Oran-Orantı Balçığında Aradığımız Nedir?
Hakikat, insanı başıboş yaratmayan Allah tarafından tüm medeniyetlere benzer şekillerde indirildi. Bu hakikat, daha sonra küfür ve şirk tarafından tersyüz edildiyse de yansımaları her yerde kaldı. Mesela Mısır Mitolojisi’ne göre, ölümden sonra ruhlar, Hakikat Salonu’na giderdi. Burada mahkeme kurulur ve ruhlar bu mahkemede yargılanırlardı. Amellerin kara kutusu olan “kalp” sökülür, terazinin (mizan’ın) bir kefesine konurdu. Terazinin diğer kefesine ise Ma’at’ın (hakikatın ve adaletin temsilcisinin) başındaki bir “tüy” tanesi bırakılır ve ameller bu tüy tanesine karşı tartılırdı. Yani, arınmış bir tüy tanesi, dağlardan bile daha ağır olabilirdi.
Oysa şimdi, imanları, mühürlenmiş gözlerinde olan seküler zihniyette, oran-orantı her şeydir. O zihniyete göre üç veya beş, Bir’den güçlüdür. Daha büyük veya daha çok olanlar, en güçlü ve mutlak galip gelecek olanlardır.
Bu zihniyetin kirli kökleri maalesef, içimizin derinliklerine sızmış durumda. Öyle ki bu barbar medeniyetin uçaklarının, gemilerinin, füzelerinin sayısı, teknolojik büyüklüğü gözlerimizin içini dolduruyor. Sekülerin bize öğrettiği bu şaşı bakış, gözlerimizi faltaşı gibi açıyor ve korkuyla titretiyor. Bu büyülenmiş gözler, hiçbir şeyin ve hiç kimsenin Allah'tan büyük olamayacağını bize unutturuyor.
Kendi dışında kalan bütün mücadeleleri “akılsız” ilan eden bu düşüncenin yaydığı duygu, “korkudur”, önerdiği eylem, koşulsuz “teslimiyettir”. Kabuğu Müslüman görünen, içi sekülerleşmiş bu boş zihniyete göre; Siyonizm ve Emperyalizm’le mücadele edilemez. Çünkü onlar bizden daha büyük ve daha güçlüdür. Öyleyse; bir ölü kadar sessiz kalınmalı, zillet kabul edilmeli, Siyonizm ve emperyalizmin istediği her yer bırakılıp, mücadele meydanı terk (hicret!) edilmelidir! Güya bu arada da oran orantı’da eşit olana kadar daha çok ve daha büyük savaş aletleri (besili atlar!) hazırlanmalıdır! Oysa besili atlar mücadele meydanından uzaklara kaçarak hazırlanmaz, aksine mücadele içinde yapılır. Tarih ve insani tecrübeler de bize göstermiştir ki, düşmanla mücadelenin koşulu kabul edilen oran-orantı’da beklenen eşitlik hiçbir zaman gelmeyecektir. Ben düşman kadar silah ve asker sahibi olana kadar bekleyeceğim diyenler, hiçbir zaman düşman kadar silah ve asker sahibi olamayacaklardır. Mücadele elbette, oran ve orantı tamamen hesap dışı bırakılmadan ama mutlak hesap da kabul edilmeden yapılmalıdır. Rabbimiz bunun ölçüsünü bize ne güzel öğretmiştir.
“Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”. (Bakara: 249)
Büyük olan Allah'tır. Dünyadaki hiçbir oran-orantı bu büyüklükle kıyaslanamaz. Bize düşen mücadelede sabırdır.
“Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.” (Enfal:65)
Çünkü oran orantı terazisinin kefesinde en ağır değer, güçlü imandır. Sonra çelikten daha sağlam sabır ve Sünnetullah’ın matematiği akıldır. Bütün bunlardan sonra biliriz ki, yine de gerçek zafer, mutlaka düşmana galip gelmek değildir. Gerçek zafer, Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bu rıza da mutlaka oran-orantıda eşit olunarak kazanılmaz. Dağların yüklenmediği yükü omuzlamış tüy kadar hafif iman, zaten kazanmaktır. Galibiyet, Allah'ın takdiridir. İsterse bahşeder isterse bahşetmez. Mücadelede sebat edip, elinden gelen her şeyi ferasetle yapmaya çalıştıktan ve böylece Allah'ın rızasını kazandıktan sonra her iki sonuca da rıza gösterilir. Bunu sekülerleşmiş taştan zihniyetlerimize, korkuyla titreyen kalplerimize çiviyle kazıyan Gazze'nin aslanlarına binlerce selam olsun.