• DOLAR 34.034
  • EURO 37.875
  • ALTIN 2823.979
  • ...

Allah'u Teâlâ, Hz. Adem kıssasında, insanı üstün kılan özelliğinin isimlere olan hükümranlığı olduğunu anlatır. Bu muhteşem bir mucizedir. Çünkü son yüzyılda daha iyi öğrendik ki, dil ve kavramları, düşüncenin ve gerçekliğin oluşumunun yani insanın oluşumunun en etkili unsurudur. Daha ilginci, aktardığımız kavramın, mutlak olarak aktardığımız şekliyle değil, karşıdakinin zihninde canlandığı şekliyle anlaşılmasıdır. Detaylarda farklılaşan ve böylece zenginleşen anlam, kategori içine toplandığında ise, asgari oranda bir ortak anlam oluşturuyor. Ama bazen kavramın kendisi tamamen sembolik oluyor. Karşılık geldiği görünür gerçekliğin bile ötesinde anlamlar ifade ediyor. Mesela birine “çakal” denildiğinde, her zaman zihinde köpekgiller familyasından, avcı ve leşçil bir hayvan canlanmıyor. Simgesi olduğu onlarca anlamı yaratıyor. Bu anlam dünyasının eğitimle daha çok tecrübelerle çok yakın ilgisi vardır. Yani bir kısım kavramın  anlamını yaşanmışlıklar belirliyor.

Rahatlıkla diyebiliriz ki, insan olarak elimizde sadece isimler (kelimeler) var. “Anlam nedir?”, bu karmakarışık çizgilerle, şekillerle, frekansı farklı seslerle anlam nasıl oluşuyor? Zihnimiz bu sembolleri nasıl işliyor, çözümlemeler yapıp kaygı, endişe, korku, öfke gibi tepkisini hissettiğimiz duygulara nasıl çeviriyor ise hala muamma. Bildiğimiz şey, bizi iyi veya kötü yapanın aslında seçtiğimiz kelimeler olduğudur. Bizi daha kötü yapan ise kılıç gibi keskin kelimelerimizi ancak bizim istediğimiz şekilde anlayabilirsinizi dayatmaktadır. Ve en kötüsü, ukalaca bir tavırla, verilen açık mesajı anlama özgürlüğünü elden almak, karşıdakini aciz bir şekilde ya suskunluğun içine gömmek ya da mesajı verilmek istendiği şekilde dile getirmekten men etmektir. Bunu yaparken de arkasına aldığı sopayı (gücü) göstermektir. “Ne dediğimi anladın ama ne dediğimi anladığını sakın söyleme!” demektir.

Kılıçlar çekiliyor, program dışı, daha önce değiştirilmiş bir metin okunuyor ve bilindik sözler bağırılıyor. Sonra, “anladınız ama anladığınızı da söyleyemezsiniz ha!” tavrı.

Yine de birileri kelimeleri, isimleri, şekilleri sembolleri görür görmez zihninde anlamlar oluşmaya başladı. Zihninde var olan ve artık ortak bir kaygıya dönüşmüş olan bazı anılar canlandı. Çünkü anlamın oluşumu anılarla çok yakın bir ilişki içindedir. Onlar, Şubat'ın sonlarını yaşadı, yirmi küsür yıllık dönemde yapılan gösterileri, girişilen eylemleri gördü, “Halka rağmen halk için” olduğu iddiası ile taklit reformları, yapılmak istenen dayatmaları izledi ve çok acı çekti.

Onun için görür görmez tanıdı. Belki de zaten tanınmasını istiyorlardı. Ama onlara göre, şekilde bir sorun yoktu, onun için kimse bunu tanıdığını söyleme cesaretinde bile bulunamamalıydı. Herkes aptalı oynamalıydı. Tıpkı daha önceleri yapıldığı gibi. Daha önce de kimi yerlerde Onuncu Yıl Marşı, Onuncu Yıl Marşı’nı okumak için okunmamıştı. Kimi yerlerde Batı tarzı orkestralar, senfoni dinlemek için dinlenmemişti. Balolar eğlenmek için düzenlenmemiş, viski bardakları sadece içmek için havaya kaldırılıp, tokuşturulmamış ve adı “cumhuriyet” konan mitingler, cumhurun hakimiyeti için düzenlenmemişti. Hepsinin görünürün dışında anlamı, görünürün dışında amacı vardı ve bunun acısını halk yaşadı. Arkadan kafaya sopalar indirildi ama ah demeye bile izin verilmedi. Çoğu kimse de sopaya bakıp ya sustu ya da aptalı oynadı.

Şimdi yine, “Bunda eleştirilecek ne var ki!” diyenler var.  Gelen kimi tepkilere karşılık yayınlanan açıklamalarda, olaydan ziyade olaya gelen tepkilere tepki gösterildi. Mesaj, görüntü ile zorunlu kılınırken, kaygıya, verilmek istenen mesajın tam aksi anlam yüklenerek “yıpratma amacı” dendi. Ah şu insan! Ne kadar çok zalim, ne kadar çok cahil olabilme özgürlüğüne sahip.