• DOLAR 34.59
  • EURO 36.27
  • ALTIN 2969.323
  • ...
SON DAKİKA

Marks’ın, önemli bölümlerini Proudhon, Rousseau, Fourier gibi isimlerden arakladığı özel mülkiyet karşıtlığı, bireyi mülk edinmekten uzak tutacak güçlü devlet aygıtını zorunlu görür. Çünkü ona göre, kötülüklerin sebebi, bireyin “benim” diyerek sınırlarını çizdiği özel mülkiyettir. Kapitalizmin sosyal sınıflar arasında oluşturduğu sıradağlarca farkı gören hak savunucuları için öneri, adalet-eşitlik adına makul bulunmuş, kimi İslami düşünürlerce de İslam'ın ekonomik bakışını yansıttığı yönünde yorumlanmıştır. Buna (Kur’an-ı Kerim'de de kıssaları anlatılan ama daha çok Tevrat anlatısının baz alındığı) Habil ve Kabil olayı örnek gösterilmiş, Habil, (sunduğu koyun üzerinden) özel mülkiyetsiz, herkese ait otlaklarda hayvanlarını otlatan “çoban”, Kabil ise (sunduğu buğday üzerinden) toprakların sınırlarla çevrildiği, özel mülkiyetin oluştuğu “çiftçi” olarak sembolize edilmiş ve insanın insanla olan ilk mücadelesinin kökeni, özel mülkiyetin oluşturduğu karakter üzerinden okunmuştur.

İslam, mülkiyet diktatoryasını bireyin elinden alıp yine insanın başat rol aldığı kurumların, devletin diktatoryasına terk etmez. Üretimin ana motoru olan “benim” güdüsünün sınırlarını çizer ve o sınırlar içinde “benim” güdüsünü terbiye etmenin yollarını gösterir. Suni şekilde var edilenleri ise yok etmeye çalışır. “Üret ama sakın aşırıya kaçacak şekilde biriktirip tekelleştirme” der. Çünkü zaten “Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır ve dönüş de O’nadır.” (Nur: 42)

O gün bunlar (biriktirilen altınlar) cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacak: İşte yalnız kendiniz için toplayıp sakladıklarınız; tadın şimdi biriktirip sakladıklarınızı! (denilecek).” (Tevbe: 35) 

“Sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını.” (Bakara: 219)

Son günlerde coğrafyasındaki kirli savaşlardan kaçmak zorunda kalan insanlara yönelik saldırılar oluyor. Kökeninin, tüm savaşların müsebbibi olan ve faşizmin yükselişte olduğu Batı’da olduğunu biliyoruz. Ama taklitçi zihniyet kendini faşizmde de gösteriyor.

Dindarı-solcusu dahil tüm toplum arasında, maalesef gittikçe yaygınlaşan bir zihniyetin ürünü bu vahşi saldırıların kökeninde asla açlık, sefillik, fakirleşme, güvenlik, bozgunculuk korkusu yoktur. Körüklenen şey, konforda azalma ihtimali korkusu ve ırkının sahip olduğu imtiyazları kaybetme faşizmidir. İhtiyacından fazlasını biriktirip, “benim” deme çılgınlığı, “benim ırkım”, “benim devletim” hastalığıdır. Aslında tek bir vatan olan Dünya’yı, suni sınırlarla kesip-biçen ve insanları içine hapseden zihniyete göre, dışarıdan gelen kimi insanlar, ona ait olanlara sahip olmaya başlamıştır. Onun için dışarıdan gelenler açlıktan kırılsalar, çoluk-çocuk ölecek olsalar bile gitmelidir. Çünkü onun konforunda bir eksilme olmamalıdır! Ne vahşi bir zihniyet!

Bu zihniyet, muhaciri kendi gibi yaşıyor görmeye dayanamaz. Ona göre o yabancıdır ve alt sınıf olarak kalmalıdır. En ufak bir insani talebin bile alnına, “nankörler” sıfatını yapıştırır. Oysa muhacirin coğrafyasındaki zenginlikleri, hammaddeyi çalan ve emeklerini kemiklerine kadar sömürenler onlardır. Ölmeyip daha çok çalışsınlar diye karın tokluğuna ekmek verip ucuz işgücü olarak kullanan, sırtlarından zengin olanlar onlardır. Nankör kelimesindeki “nan” ekmek, “kör” ise görmeyen anlamındadır. Peki, gerçekte ekmek kimindir, asıl kör ve nankör kimdir?  Menfaatsiz, saf kardeşlik duygusuyla muhtaçlara, “benim” dedikleri ekmekten vermişler midir?! Vahşi politikalarıyla insanların ekmeğini çalan ve muhtaç duruma düşürenler kimlerdir?

Müslüman, bu vahşi zihniyetin kenarında-kıyısında asla bulunmamalı, kendisine ve temsilcisi olduğu İslam'a bu lekeyi bulaştırmamalıdır. Çünkü unutmamamız gerekir ki; bir Müslüman’ın (fani) vatanı dünyadır, milliyeti Müslümandır, ırkı insandır ve mülk sadece Allah'ındır. Bir Müslüman Allah'a karşı nankör olamaz.

Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.” (İbrahim: 34)