• DOLAR 34.578
  • EURO 36.216
  • ALTIN 2966.557
  • ...

Düşmanına dönüşmenin, milliyetçilikte, etki-tepki üzerinden gerçekleştiğine değinmiştik. Bugün ise, İslami kesimin düşmanına dönüşme şeklini irdeleyeceğiz.

Bilindiği üzere İslam'ın, insanlığın ömrüyle yaşıt, kendine has fikri, idealleri, hedefi ve hedefe ulaşırken kullandığı yöntemi vardır. Ama Müslümanların en çok unuttuğu şey, İslam'ın; hedeflerinin içinde bulunan “zafere ulaşma” ilkesinin, “güç merkezi olma” istencinin mutlak hedef olmadığıdır. Çünkü İslam'da, mutlak olan, mutlaka ulaşmak değil, sadece dosdoğru yolda bulunmaktır. Yani Müslümanın üzerine farz olan, yolun sonuna varmak değil, yolcu olmaktır. Çünkü tek hedef Allah'ın rızasıdır ve Allah'ın rızasına zaferde de mağlubiyette de ulaşılabilir.

  • Makyavelist politikaları ana merkeze koyan Kapitalizm ve (her ne kadar inkâr edenleri olsa bile) metot olarak benimseyen sol, hedefe varmayı ana amaç olarak belirler. Bu durum onlarda, “hedefe ulaştıran her metot meşrudur” ahlakını oluşturur. Böyle bir zihniyette, yalan söylemek, türlü tilkilikler yapmak, “dün dündür bugünse bugün” deyip sözünde durmamak…. siyaset denen şeydir. İşin en acı veren yönüyse, bu ahlaka sahip bireyleri, toplumun uyanıkları, gıpta edilecek kadar akıllı olanları olarak görmeleridir. İnsanları adil bir sistem içinde yönetme arzusu bulunulan Müslümanlar da günlük yaşam içinde bu türden ahlaka sahip kişilerle karşılaşırlar. Bu kirli ahlakın karşısında “saf” veya (argo olmasına rağmen daha iyi bir tanımlama yapma zorunluluğundan ötürü kullanacağımız) “enayi” durumuna düşmemek için, zamanla aynı siyasi oyunları (belki biraz daha şer’i hilelerle İslamileştirmeye çalışarak) kullanmaya başlarlar ve farkında bile olmadan düşmanlarına dönüşürler. Elbette müminlere, kendisini kurbanlık koyun olmaktan kurtaran “Müminin ferasetinden çekinin, çünkü o Allah’ın nuruyla bakar, görür.” (Mecmauz-zevaid, 10/268) bilinci yakışıyor. Ama bunu, toplumu cahiller kümesi olarak görecek kadar ilerletip, türlü tilkiliklere, Müslüman dürüstlüğünü zedeleyecek kurnazlıklara, hedefe varmak için ahlakı eksiklikleri meşrulaştırmaya ulaştırmak, beraberinde düşmanına dönüşmeyi getirecektir.

Düşmanını taklit etme (özellikle Siyasal Sol’u ve Bürokratik Oligarşi’yi taklit etme) hastalığından veya hafifletilmiş söylemle, bilinçsizliğinden kaynaklanan bu davranış, kısa sürelerle değerlendirme yapanlar için fayda sağlıyor gibi de görülebilir. Ama uzun vadede, Müslüman kimliğinin zedelenmesine, savaştığı kötülükle karakterde eşitlenmesine neden olacak ve tamiri zor tahribatlara yol açacaktır. Müslüman, her şeyden önce temiz bir fıtratın temsilcisidir. Müslüman için; dürüst, güvenilir olmak, doğru konuşmak farzdır ama mutlaka zafere ulaşmak farz değildir. Adil olmak, konuştuğunda hakkı konuşmak farzdır ama toplumun lideri olmak, bürokrasinin içinde güçlü kalmak farz değildir.

Müslümanlar kendilerini, cemiyetlerini, toplumlarını zafere olan uzaklıklarına göre değerlendirip başarılı veya başarısız sayıyorlar. Bu da açgözlülüğe, gereksiz hırsa ve ilkesizlik bataklığına sürüklüyor. Oysa Müslüman, sadece doğru ve yanlışa göre değerlendirir. Dünyada yenilmiş gibi görünen, birçok musibetle imtihan edilmiş Müslümanları, siyaset bilmeyen, akıllıca davranmaktan uzak gören eleştirilerin çoğunluğunun kökeninde, zafere olan yakınlığı-uzaklığı, güç biriktirme düzeyini referans noktası olarak belirleme yanlış anlayışı bulunur.

Müslümanın düşmanına dönüşmesine neden olan sebeplerden biri de yeni kutsallar edinmesi ve düşmanının kavramlarını benimsemesidir. Kökünü İslam’dan almayan kavramlar, sadece kendisine ait renkleri kutsayan yeni kutsallar, bir süre sonra, düşmanı olduğuna dönüşmesine neden olabilir. Zulmün karşısında hakkı savunandan, devletin (ne olursa olsun) en büyük muhafazakâr savunucusuna dönüşebilir. Bürokrasideki laçkalaşmanın içinde başkalaşıp, (Allah muhafaza) imanı pas tutabilir.