• DOLAR 34.584
  • EURO 36.212
  • ALTIN 2965.797
  • ...

 Gerçekten, biraz durmalıyız, hatta oturmalıyız ve gençliğimizin damarlarına enjekte edilen “nefret” üzerinde düşünmeliyiz.

Hiç kimsenin, kendince değerlerini (ırkını, mezhebini, siyasi partisini, ideolojisini, futbol takımını…) din düzeyinin de üstünde yüceltme ve karşısında gördüğünden hastalık düzeyinde nefret etme özgürlüğü yoktur. Aşırı nefret suçtur. Çünkü toplumu ifsada, kaosa sürükleme, insanların can, mal güvenliğini tehlikeye atma potansiyeli oldukça yüksektir. Nefret, kalpte taşınan mayındır çünkü.

 Kışkırtıcıdır, çünkü nefretlerinden dolayı parmaklarını ısıranlar, bu had aşan duyguyu zamanla eyleme dönüştürürler. Bundan da yaş kuru ayırt etmeksizin herkes zarar görür.

 Nefreti, sosyolojik dönüşümlerin aracısı olarak kullanmak, insanlığa ihanettir. Çünkü, nefretle sulanan toplumun meyvesi nefret olacak ve toplumun istikbalini zehirleyecektir. Mesela “devlet”. İnsan eliyle oluşturulmuş bu aygıtın ebediyetini sağlamak adına, vatandaşlarının kalbini faşist duygularla doldurmak ve kendi dışında kalan renklerden aşırı nefret edenler haline dönüştürmek faciadır. Çünkü bu nefret, farklı renkleri, zorla asimilasyona tabi tutma zulmüne dönüşecektir. Asimilasyon tartışmasız zulümdür. Asimilasyona tabi tutulan halkın, zulme karşı duyduğu haklı tepkiyi nefretle besleyip karşıda, yine tıpatıp aynı faşizme dönüştürmek, sonra ideolojisinin zihinsel asimilasyonunun aracısı kılmak da zulümdür. Nefret, nefretlerin kaynağı yapılmamalıdır. Etnik asimilasyona duyulan tepkiyi, kültürel asimilasyonu gerçekleştirmenin aracısı kılma çabası, hakların rızasının dışındadır ve faydasına da değildir. Asla, asla değildir.

Aşırı nefret duygusu, üçüncü taraflarca kullanılmaya müsait bir duygudur. Çünkü aşırı nefretin ateşi, gözleri dumanla doldurup kör eder. Kimin elinde piyona dönüştüğünü görmesini engeller.

Savaşın bile ahlakı vardır. Yere serdiği kişinin, yüzüne tükürmesi üzerine, geri çekilen ilke diyor ki; “mücadelenizin ilkeleri duygularınızın esiri olmamalı, nefretten doğmamalıdır. Savaş bile sevginin bayraktarlığı için yapılmalıdır. Çünkü mücadeleler erdemli ilkelerin hükümranlığında yaşamalıdır. İşte muhteşem bir ilke:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Maide, 8)

Ey Ademoğulları; gelin davamızı anlatalım. Mutsuzluğumuzun kaynağını karşıt düşüncenin varlığında görmeyelim, duralım, oturalım konuşalım. Egolarımızı suyun yüzeyine çıkaralım, eritene kadar karıştıralım ve gelin birbirimize davamızı aktaralım. Böylece birbirimizin beyinlerini tanıyalım ki, birbirimizi bilmeden düşmanlara dönüşmeyelim.

Fikirlerimizi yayma hatta birbirimizi eleştirme özgürlüğümüzü kullanalım. Ama asla iftira atmayalım, yalanları sosyolojik meşru bir silah olarak görüp kullanmayalım, hakaret, küfür, argo lügatimizden silinsin. Gelin; yıkıma, vandalizme sevk etmek yerine, sanat yapalım, bilimle uğraşalım.

Gelin mağduriyetleri giderme yarışına girelim. Ezilmişlerin, yeryüzünde haksızca lanetlenmişlerin, ümmet ve millet tarafından yetim bırakılmışların ve mültecilerin yardımına koşalım. Halklarımızın konfor düzeylerini yükseltmek için mücadele edelim, iş bulalım, aş bulalım.

Gelin, sadece nefretten nefret edelim. Acıları yarıştırmayalım, vahşetleri kıyaslamayalım.

Gelin; “Ey Ali, Allah'ın bir tek kişiye hidayet vermesi, üzerinde güneşin doğduğu her şeyden daha kıymeti ve daha hayırlıdır” (Hudarî, Nûru’l-Yakîn, s.255) diyelim.

Zaten nefret; nefret besleyenin içini yakmaktan ve sevgiyi görünür kılmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Çünkü nefret kapkaranlıktır. Karanlığın görevinin ışığı görünür kılmak olması gibi, nefretin de görevi sevgiyi görünür kılmaktır.  Nefret, nefretle mücadele sevgisini doğurur. Nefretin dozu arttıkça, mücadele sevgilisinin düzeyi yükselir. Mücadelede azimli, sabırlı, fedakâr olmanın sevgisi doruğa çıkar. Çünkü inanmışın duyduğu tek kaygı, Rabbinin sevgisini kaybetme kaygısıdır.