Dindar Nesil ve Kendini Akıllı Hissetme İhtiyacı
Dindar bir nesil yetiştirme arzusu, bir ara gündeme gelmiş ve tartışmalara neden olmuştu. Sistemin başındaki kişilerin sürdürdüğü (veya iktidar oldukları halde hala muktedir olamadıkları için, sürdürmek zorunda kaldıkları) bu sistem içinde, bu arzunun gerçekleşebilme olasılığı gerçekten var mı?
Dünya eski dünya değil. Köklü değişimler için binlerce yıl beklenmiyor artık. Aynı dünya; birkaç asırdır, Batı’dan esen soğuk bir kültürün hâkimiyeti altında titriyor. Bu kültür, ayetlerini uzun ve detaylı çalışmalar sonucunda yazmış ve kendini empoze etmenin yöntemlerini de belirlemiştir. Bu ayetler insanlığa, gömleği tersten giydirilmiş “bilim” ve vahşi yüzü boyalarla gizlenmiş simülatör bir hayatın yansıtıcısı yapılan “sanatla” beraber sunulmaktadır. Tekelleştirilmiş ekonomi ve müfredatı belirlenmiş eğitimin desteği altında, toplum yönetme bilimi (sosyoloji), bireylerin ruhlarının boşaltılma bilimi (psikoloji), nasıl düşüneceğini belirleme bilimi (felsefe), bugünün ve geleceğin üzerinde bina edileceği temel, kurgulanmış yalanlardan inşa edilmiş geçmiş bilimi (Tarih) ve hayata amaç çizen idealsizlik (zevk ve konfor arzusunu körükleyen “acıdan kaçınma, hazza yaklaşma” isteği) ile toplumların zihinleri tamamen sömürgeleştirilmiştir. Bu kurgu, yüzyıllarca düşünülmüş, binlerce kurumca desteklenmiş ve hiçbir detay atlanmadan inşa edilmiştir. Öyleyse bu kurguya yeni alternatifler oluşturulması veya zaten var olan alternatiflerin daha aktif hale getirilmesi için, çok daha fazla alın teri dökülmeli ve daha derin bir düşünceyle değerlendirilmelidir.
Kurgu o kadar güçlü ki, dindar bir gençliğin, oluşturulmuş bu konjonktürde, bireysel çabalarla yetiştirilmesi mümkün görünmemektedir. Evlerinin içinde, birebir münasebet kurma gereği bile duymadan zihinlere şekil verilmektedir. Bilim ve sanat algısıyla oluşturulmuş bu kültürel empoze; televizyon, sosyal medya aracılığıyla gençliğin üzerine yağan bir bombardımana dönüştürülmüştür. Din ve ahlak adına hiçbir şey bulundurmayan diziler, gençliğin tüm hayatına yön vermektedir. Kızlarımız ve oğullarımız; içinde namaz, hicap… bulunmayan o dizilerdeki boyalı artist ve aktrisleri rol model almakta, onlar gibi giyinip süslenmekte, açılıp boyanmakta, onlar gibi alışveriş merkezlerinde yürümekte, oturmakta, durmadan sadece aşık(!) olmaktadır. Özenti, gençliğin hayatının hepsini istila etmiş durumdadır. Ellerinde binlerce alanda (tiyatro, sinema, müzik….) yüz binlerce türde (dizi, komedi, dram, pop, rock, rap…) milyarlarca veri bulunmaktadır. Bu veriler bilim merkezlerinin(!) oluşturduğu, inanç ve bilim algısıyla da desteklenmektedir. Böylece gençlik; bu zehirli yağmurun altında; zayıf veriler, kısır ve durmadan birbirini yalanlayan anlatımlar içeren vaazlardan etkilenmemekte, kasıtlı bir şekilde bilimin karşısına konumlandırılan inanma eylemini akıl dışı bulmaktadır. Gençlik; maalesef kendini akıllı hissetme ihtiyacını inancın dışında görmeye, inancı, akıl dışı, inançlı hayatı hayattan kopuk, realiteden uzak, marjinal olarak algılamaya başlamıştır.
İnanmanın fıtrattan yükselen gücüne rağmen, gençliğin kendini akıllı görme ihtiyacı, bu zayıf veriler içinde kesinlikle karşılanamamakta ve yeni nesiller kaybedilmektedir. Kurumsallaştırılmış bu sanat anlayışı, televizyon ve sosyal medya bombardımanı altında, dindar nesil; imam hatip okulları açılarak veya cemiyetlerin bireysel samimi çalışmalarına terk edilerek oluşturulamaz. Çünkü bir kazanılırken binler kaybedilmektedir. Sistemin başındakiler, gerçekten, geniş çaplı dindar bir nesil yetiştirme arzusu taşıyorlarsa, artık sanatı seküler solun tekeline terk etmekten vazgeçmeli ve taraf olan herkes ile beraber ya kurulmuş oyunun içinde, acilen, inanca layık güçlü veriler (içine inancın yansıtıldığı hayatı aksettiren diziler, sinema, tiyatro, müzik…) yapılmalıdır ya da daha zor ve belki daha onurlu olan yeni bir alternatif kültür oluşturulmalıdır.