• DOLAR 34.601
  • EURO 36.321
  • ALTIN 2979.333
  • ...

Fiyatların genel düzeyinden hızlı olarak yükselişi diye tarif edilen enflasyon meselesi, geçmişten günümüze fıkıh âlimleri arasında konuşulmuş ve şer`î hükmüyle ilgili farklı görüşler belirtilmiştir. Devlet, bankalar, dev şirketler hatta kurumsal olarak değil de ferdi olarak dahi herkesi ilgilendiren bu mesele, fıkhi açıdan ulemayı meşgul eden ve sık sık sorulan hükümler arasında yer almaktadır. Özellikle asıl para birimi sayılan altın ve gümüşün birçok ülkede tedavülden kaldırılıp yerine “fels” olarak tabir edilen kağıt ve madeni paraların yürürlüğe girmesiyle birlikte bu durum daha da artmıştır. Meseleye yaşadığımız ülke şartlarını göz önünde bulundurarak bakarsak; başta konut ve ticaret olmak üzere öyle ya da böyle bu sorunla karşı karşıya olduğumuz görülecektir. Hatta eğitim alanında dahi bazen karşımıza bu durum çıkmaktadır. Zira devlet tarafından verilen eğitim kredilerinin iadesi enflasyon oranına göre yapılmaktadır. 

Paranın değer kaybetmesiyle birlikte, borç iadesi yapılırken misli misline mi yoksa kıymetine (değerine) göre mi yapılmalıdır? Ödeme misli misline yapılırsa bu durum, borç veren kişiye haksızlık değil midir?  Ya da iadenin enflasyon değerine göre yapılması faiz sayılır mı?

Tüm bu soruların cevabıyla ilgili muasır âlimlerin, maslahatı göz önünde bulundurarak verdiği fetvalar geçmiş âlimlere göre farklılık arz etmektedir. Öyle ki faizle ilgili sahih hadislerde ifade edilen ve aralarında altın ve gümüşün de yer aldığı altı çeşit ribevî malın misli misline iade edilmesi gerektiği emri, bu âlimlerin konuyla ilgili hükümlerini ihtilaf olmaksızın beyan etmelerini sağlamıştır. Fakat bununla birlikte aynı dönemde yaşayan ve aralarında Ebu Hanife hazretlerinin talebesi İmam Ebu Yusuf`un da bulunduğu bazı âlimlerin “ödeme yapıldığı zaman para değer kaybederse mislinin değil de kıymetinin verilmesi gerektiği” fetvası, büyük sorunlara sebebiyet veren enflasyon krizine çözüm arzeden önemli bir görüştür. Ebu Yusuf bu fetvayı verirken, muhtemel sorunların önüne geçmeyi hedefliyordu. Zira uzun süre ödenmeyen borçların misli misline iadesi, mal sahibini mağdur edecek ve islamın teşvik ettiği karz-i hasenin azalmasına sebebiyet verecekti. Özellikle bu sorun, parayla ilgili her türlü hilenin yapıldığı böyle bir zamanda çok daha fazladır.   

Aralarında Yusuf El Kardâvî, Husameddin Affâne, Muhammed Süleyman El-Aşkar, Ali Muhyiddîn El-Karadaği`nin de yer aldığı muasır âlimlerin bu konudaki görüşüne itibar etmek daha evladır. Çünkü para birimi olarak sadece altın ve gümüşün yürürlükte olduğu bir zamanda enflasyon farkının caiz olmadığına dair fetva veren geçmiş âlimler, belki kendi zamanlarında ciddi bir şekilde böyle bir sorunla karşı karşıya kalmamışlardı. Çünkü para birimlerinin az olması ve birçok ülkenin aynı birimi kullanması söz konusu sorunun önüne geçen en büyük etkenlerden biridir. Günümüzde ise altın ve gümüşün nakit olarak kullanıldığı ülke hemen hemen yok gibidir. Öyle ki her ülke kendi parasının değerini arttırma adına adeta ekonomik savaşlar yürütmektedir.

Konuyla ilgili Maliki mezhebine nispet edilen bir başka görüş ise şöyledir; borç olarak verilen para değeri, mal sahibini mağdur edecek kadar fazla değilse misli misline ödenmesi gerekir. Fakat borç sahibini mağdur edecek kadar fazla olursa kıymetinin ödenmesi caizdir. Aynı görüş, bununla ilgili değer/kayıp ölçüsünün yüzde beş miktarında olduğunu belirtmiştir. Muasır alimler arasında bu görüşe gidenler de olmuştur.

Bu bakımdan; devlet tarafından verilen ticari amaçlı destek ve eğitim kredileri, konut satışı ve borcun iadesi yapılırken enflasyon değerini göz önünde bulundurmak caizdir. Maliki mezhebinin konuyla ilgili belirttiği ‘yüzle beşten fazla değer kaybı yaşanırsa kıymet verilir yoksa misli itibara alınır` fetvası da dikkate alınması gereken bir başka görüştür.