Fıkıh İlminde Taklit
Usul kitaplarında taklit; delil olmaksızın, ilmi olarak belli bir seviyeye ulaşan bir kimseye uymak, ona tabi olmak ve görüşlerini direk kabul etmek diye tarif edilmektedir. Bu tarife binaen aynı usul kitaplarında taklidin İslam tarafından zemmedildiği, hüccetsiz bir şekilde kabul edilmesi gereken tek kaynağın ancak Kuran ve sünnet olduğu bildirilmektedir. Fakat taklidin bir başka tarifine veya te`viline baktığımızda “delilini ‘tam olarak bilmeksizin` bir müçtehide tabi olmak” şeklindeki açıklama avam ile müçtehit arasındaki ilişkinin boyutuna daha da açıklık getirerek şeriatın bu türde bir taklide verdiği ruhsatı ifade etmektedir. Zira birinci tarife göre taklit edilen kişiden gelen görüş her ne olursa olsun kabul edilmesi gerektiği manası çıkmaktadır. İkincisinde ise “delili tam olarak bilinmeksizin bir mezhebe bağlanmak” diye yapılan açıklamayla avam açısından taklidin meşru olması manası çıkıyor.
Kullar, şer`î meselelerle ilgili sorumlulukları bakımından ikiye ayrılırlar; içtihad ehliyeti bulunanlar ve mukallitler.. Hükümleri Kur`an ve sünnetten direk çıkaracak ilme sahip olmayan mukallitlerin, aynı özellikleri kendilerinde bulunduran müçtehitleri taklit etmeleri vaciptir. Zira Allah (cc) “Eğer bilmiyorsanız, bilene sorunuz.” (Nahl 43) emriyle şer`î meselelerle ilgili avam ve havas herkesin sorumlu olduğunu bildirmektedir. Allah`u Teâlâ`nın hikmeti gereği insanların tamamı, nasslardan hüküm çıkarma gücüne sahip değildir. Nasıl ki sosyal hayatımızda tecrübe sahibi olmadığımız işlerle ilgili başkasından yardım alma ihtiyacı hissediyor ve ondan istifade ediyorsak aynı durum ibâdi meselelerimiz için de geçerlidir. Hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadığımız sorumluluklarla ilgili ilim sahibi müçtehitlerden birine tabi olmamız gerekmektedir. İmam Şâtıbî derki: Müçtehitlerin şer`î delillerle (Kuran ve Sünnetle) ilgili sorumlulukları gibi mukallitlerde müçtehitlerin onlara verdiği fetvalarla sorumludur. Zira taklit ehli hüküm çıkarma ehliyetine sahip olmadığı için şer`î delillerin bulunup bulunmaması kendileri için anlam ifade etmemektedir.
Evet, bir kimse Kur`an ve sünnetten, yükümlü olduğu meselelerle ilgili emir ve yasakları dosdoğru olarak çıkaracak kadar ilmi seviyede değilse kendisi için şer`î delil mahiyetinde olan müçtehitleri taklit etmesi gerekir. Sahabe ve tabiin dönemine bakıldığında herhangi bir konuda çıkmaza girenler bu konuda tecrübe sahibi olan âlimlere sorar ve ona göre hareket ederdi.
Mezheplerin görüşleri arasında doğru olan sadece biridir. Çünkü esnek ve tercih hakkı bulunan bazı hükümler hariç bir meseleyle ilgili birden fazla doğru olmaz. Biri doğruysa diğeri yanlıştır. Tamamen naslara muhalif olan bid`at ehli hariç yapılan içtihadın hatalı olması müçtehit için günah vesilesi veya sevaptan tamamıyla mahrum olması anlamına gelmiyor. Dolayısıyla mukallidin tabi olduğu görüş isabet etmese dahi isabet eden kadar olmasa da kendisine yine ecir vardır.