• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

IŞİD`in Batılı emperyalist devletler tarafından kurulduğu, desteklendiği, büyütüldüğü, faaliyetlerine göz yumulduğu buna Türkiye`nin de dâhil olduğu çok yaygın bir söylentidir. Yaptığı can yakıcı eylemler O`na olan öfkeyi arttırdıkça daha da ileri gidilerek doğrudan İsrail tarafından kurulduğunu bile söyleyenler oluyor. Bunlar kesin ve inandırıcı delillerle ispatlanmış iddialar değildir. Bizim, itiraz ettiğimiz ve kabul etmediğimiz husus şudur. Bir örgütü suçlamak için İsrail ajanı, Batı menşeli, ABD tarafından kurulmuş diye ananlar nedense kendi destekledikleri devlet, parti veya örgüt açıktan bu saydığımız küresel emperyalist, İslam düşmanları ile işbirliğine gidince mutlaka haklı(!) ve makul(!) gerekçeler bulabiliyorlar.

DAİŞ`in kuruluşu hakkındaki kanaatim şu ki, evvela bu sıfırdan kurulmuş bir örgüt değildir. El Kaide`den kopan bir yapıdır. El Kaide`nin kurucusu da Üsame b. Ladin`dir. El Kaide bir İslam beldesi olan Afganistan`ın Rus işgalinden kurtarılması için örgütlenmiş işgal bitince de batılı hedeflere özellikle ABD`ye yönelmiştir. Kasım 1995`de 17 kişinin öldüğü Pakistan`daki Mısır Büyükelçiliği`nin bombalanması, Haziran 1996`da Suudi Arabistan`ın Hobar kentinde 19 Amerikan askerinin ölümüne yol açan patlama, 11 Eylül 2001 ikiz kulelere yapılan saldırı gibi. 1996 da bin Ladin “Kâfirleri kutsal topraklardan kovun” çağrısıyla ABD`ye cihad ilan etmiştir. Şubat 1998`de “Her Müslümana, dünyanın her yerinde, sivil veya asker Amerikalı öldürmek farzdır” denilmiştir. Bu fetvaya istinaden, Kenya ve Tanzanya`daki ABD büyükelçilikleri havaya uçurulup toplam 257 kişi öldürülmüştür. Bütün bu eylemler İslam dünyasında bu örgüte sempatiyi arttırdı ve gençlerin yoğun katılımına neden oldu.

Örgüt, 2001 öncesi kendi ülkelerindeki ABD kuklaları yerine bizzat Kuklacıyı kalbinden vurma stratejisini benimsedi. İkiz kuleleri yerle bir ederek bu stratejisini hayata geçirdi. Bu en azından masum Müslüman halkın nispeten zararına mani olacağından akla daha yatkın geliyordu. Ancak bu stratejiye karşılık ABD de örgütle zararın verildiği yerde değil onun kalbinin attığı yerde yani Afganistan`da mücadeleyi benimsedi ve Afganistan`ı işgal etti. Ardından ABD stratejisi şuna dönüştü, “tehlikenin 11 Eylülde olduğu gibi gelip bizi vurmasını beklemek yerine doğduğu yerde boğmak için oraya asker gönderip işgal etmek gerekir”. Irak, bu stratejiden dolayı sözde müstakbel bir tehlike olarak gösterilen kimyasal saldırıyı önlemek yaklaşımıyla işgal edildi.

Türkiye Müslümanlarının Afgan cihadını destekledikleri özellikle Milli Görüş çizgisinin Rabbani ve Hikmetyar`a yakınlığı inkâr edilemez. Şimdiki Cumhurbaşkanımızın bunlarla çektiği fotoğrafları hatırlayalım. Afgan cihadına katkılarından dolayı El kaide ve lider kadrosuna da sempati vardı ve karşılığı da görülüyordu. Mesela El Kaide Afganistan`daki Nato gücü içinde yer alan askerlerimize zarar vermemeye çalışıyordu.

Arap baharı ve özellikle Suriye fitnesinden sonra, sadece ABD/Batı ve bunların işbirlikçilerini hedef alan yapı değişime uğradı. Bölünmeler ve giderek karşılıklı çatışmalar başladı. Özellikle DAİŞ`in savaşını Müslümanlara yöneltmesi, ABD üsleri yerine Camileri, Pazar yerlerini havaya uçurması O`nu başta İsrail olmak üzere Batı nezdinde muteber hale getirdi. DAİŞ`in yeni hedefi İsrail ve ABD`nin de ortadan kaldırmaya çalıştığı bir hedef idi. DAİŞ, dolaylı olarak kendilerine vekâleten bir savaş yürütüyordu. Artık savaş kâfirlere karşı değil “mürtetlere(!)” karşı yürütülüyordu. Savaşın finansmanını körfez ülkeleri veya zengin işadamları üstlenmişti. Batının düşmanları vurulurken kasalarından bir kuruş çıkmadığı gibi kasalarına petrodolarlar akıyordu. Özellikle El Kaideden kopan DAİŞ, batılılar için “şer” olmaktan çıkmış “ehveni şerre” dönüşmüştü. Maalesef Türkiye de içinde bulunduğu koalisyon nedeniyle “ehveni şerri”, “şerre” tercih etmişti.

DAİŞ`in zaman zaman eski refleksleri ile batıyı hedef alması Müslümanların sempatisini sağlarken Camileri ve Pazar yerlerini havaya uçurmasından dolayı da İslam düşmanlarının içten içe sempatisine mazhar oluyor. Bu nedenle örgüt zülcenaheyn vaziyette! Hem kâfirlerin hem de Müslümanların desteğini alıyor. Ne onunla, ne onsuz olunuyor. Zaman zaman örgüte yönelik operasyonlar bu elverişli yapısından dolayı onu bitirmekten çok kontrolden çıkmasını engellemeye matuf gibi görünüyor. 

Umarım başlığımız, yani bu karganın neden beslendiği anlaşılmıştır. Zaman zaman gözünü çıkarması pahasına da olsa bu karga beslenmeye değer mi? Bence değmez…