• DOLAR 34.366
  • EURO 37.04
  • ALTIN 2970.641
  • ...

1789 Fransız ihtilalinden sonra bir batı projesi olan milliyetçilik mikrobu özellikle Osmanlıyı parçalamak üzere bu topraklarda yaşayan kavimlere enjekte edildi. Hastalığın bulaşıcı olması nedeniyle kavimler arasında hızla yayılmaya başladı. O güne kadar iki milletten ibaret olan Osmanlı devleti, “millet” kavramı ile oynanarak çok daha fazla millete (kavme) dönüştürüldü. Oysa Osmanlı hâkimiyetinde halk sadece iki milletten oluşuyordu. “İslâm milleti, Küfür milleti”. Başka bir ifade ile Müslümanlar ve gayrimüslimler.

Osmanlı Devleti âlim ve fazıl uyarıcıların uyarılarını göz ardı etmek suretiyle hızla İslâm`dan uzaklaşıyordu. Başka bir ifade ile İslâm ahlâkı toplumu terk ediyordu. Batının sanayi devrimini gerçekleştirdiği dönemlerde Osmanlı maalesef saray sefaları sürüyor, lale devrini yaşıyordu. İslâm öz olmaktan çıkıp sadece kabuk haline dönüşüyor, toplum hızla, ehli kitabın sahih dinini bozduğu gibi dünyevileşiyordu.

Cihat cephelerinde düşman kovalamak yerine av partilerinde ceylan kovalamaya başlayan padişahlar, kayık Safaları süren devlet erkânı, batıdan alınan borç paralarla yapılan saraylar ve saraycık niteliğindeki yalılar devleti hızla çürümeye maruz bırakıyordu. Bunun kaçınılamaz bir sonucu olarak ordular her cephede yeniliyor, toprak kayıpları yaşanıyor, her gün farklı bir yerde farklı gerekçelerle iç isyanlar çıkıyordu.

Devlet erkânı maalesef hastalığı doğru teşhisten uzaklaşmıştı. Girmiş olduğu yanlış yolda hızla ilerlemeye devam ediyordu. Yeniden İslâm`a sımsıkı sarılması gerektiği halde “yılana sarılmayı” tercih ediyordu. Düşmüş olduğu tuzağın farkına varamıyor, hastalığın tedavisi için bünyeye mikrop enjekte eden batıya tabip sıfatıyla müracaat ediyor, tedaviyi Batıda arıyordu. Batının bilim ve teknolojideki ilerleyişi gözlerini kamaştırmış adeta kör etmişti. Halen devam etmekte olan bir hata ile düşmandan alınan reçetelerle “öldürücü ve kahredici tedavi(!)” biraz da silah zoruyla sürdürülüyordu.

Bilim ve teknoloji tahsili için batıya öğrenciler gönderilmiş, Jön Türk olarak bilinen bu öğrencilere batı, bilim yerine filim öğretip, onları aşağılık kompleksiyle donatıp geri göndermişti. Bilakis onları kendilerine hayran bıraktıktan sonra bir yolunu bulup devletin kilit noktalarına getirmiş devlete adeta kendi öğrencileri eliyle müdahale fırsatı bulmuştur.

Batı, bir yolunu bulup Osmanlının önemli merkezlerine sözde batının bilim ve teknolojisini öğretme bahanesi ile okullar açmıştır. İstanbul, Şam, Kahire, Bağdat, Beyrut vb. Önemli merkezlerde açılan Robert ve Galatasaray benzeri okullarda mikro milliyetçilik aşılanmıştır. Bu okulların Türk olanlarında “Ey Türk milleti diye başlayan hitaplar, Türkleri dünyanın en cesur en kahraman, en zeki, en cömert; hâsılı ne kadar iyi haslet varsa onlarla mücehhez kabul eden cümlelerle bitiriliyordu. Türkler üstün ve seçilmiş bir millet olarak gösterilirken, mesela bu milletin kaynaklarının Araplara peşkeş çekildiğinden bahisle de Arap düşmanlığı kamçılanıyordu.

Aynı okulların “Arap” gençlerine hitap edenlerinde de “Ya eyyüheşşebab el arap” diye başlayıp Arapların da öylesine üstün bir millet olduklarından bahisle Allah`ın da bu nedenle Peygamberlerini onlardan seçtiği ifade ediliyor, yukarıda Türkler için söylenen tüm hasletlerin Araplarda olduğundan bahisle Arapların Türkler gibi barbar, göçebe bir kavmin hâkimiyetinde yaşamalarının zül olduğu anlatılıyordu.

Bu okullardan yetişen ulusçu ırkçı faşist gençler Hocalarının(!) yardımıyla iktidar koltuklarına geldiklerinde ilk işleri Yönetimdeki Türk asıllı olmayan idarecileri yönetimden uzaklaştırmak oluyordu. Bu öğrenciler özellikle askeri eğitim almış olduklarından askeriyede örgütlenmişlerdi. Darbecilik süreci bu tarihlerden sonra Osmanlı topraklarında adeta gelenekselleşmiştir. (Devam edecek)