Zafere götüren araçlardan mağduriyet üzerine
Siyasi tarihimizde iktidar olan partilerin programlarının halk tarafından incelendiğini kaç kişi söyleyebilir. Demek istiyorum ki partiler programlarından çok başka nedenlerle iktidar oluyorlar. Hemen herkes Demokrat partinin yüksek oyla iktidara gelmesinin altında CHP zulümlerinin olduğunu kabul eder. Menderesin idamından sonra bildiğim kadarı ile CHP bir daha tek başına iktidar yüzü görmedi. 12 Eylül darbesinden sonra ANAP`ın güçlü bir şekilde iktidara gelmesinde generallerin Özal karşıtlığının etkisi inkâr edilemez. Zalimlerin zorbaların destek verdiği kişi ve partilerin akıbeti ortadadır. İsimleri ve partileri nerdeyse unutulmaya yüz tutmuşlardır. Başbakan`ın iktidarda bu kadar güçlü ve uzun ömürlü olmasının bir nedeni de haksız hapis cezasının olduğu hemen herkesin kabulüdür. Açıkladığım bu örnekler ve gerekçelerle bazen partiler “bizi de birileri mağdur etseydi de kısa yoldan iktidar olsaydık” düşüncesine kapılabilirler.
Mağduriyetlerin zafere sebebiyet vermesi genellikle insanlarda şöyle bir kanaat oluşturur. “Bizim halkımızın merhamet duyguları mağdurdan yana olmayı gerektirir. Halk kime zulmedildiğini görürse ona destek olur ondan yana tavır alır”. Oysa aynı zulmü yapan başka ülkenin insanları değildir. Aslında zalimler de bu halkın bir parçasıdır. Âcizane bu işin bir manevi boyutunun olduğu kanaatindeyim. Şöyle ki, öncelikle mağduriyetten söz edebilmek için bir tarafın zalim öteki tarafın mazlum olması gerekir. Başka bir ifade ile zulmedenin haksız, zulme maruz kalanın da haklı olması gerekir. Haklı demek HAK (cc) yanında olan demektir. İnsanlar bu durumun pek farkına varmazlar. Haksızlık yapılmakla HAK`KIN (CC) yanında olduğu birine saldırdıklarını fark etmezler. HAK (cc) bu yanında durduğunu koruma adına zalime bir tokat vurduğunda çoğu kimse bu tokadın ne sahibini görür ne de nerden geldiğini fark eder. Zalim bu tokatla yere serilince mazlum ayağa kalkar ve muzaffer olur. Bunun idrakinde olmayan mazlum bu kez kendisi zulme başlayınca bu kaideyi külliye gereği tokadı yeme ve yıkılma sırası kendine gelmiş olur. Dinimize göre; küfür devam eder ama zulüm devam etmez,
HÜDA PAR`ın ilk defa seçime giren bir parti olarak yoğun saldırılara maruz kaldığını biliyoruz. Bu saldırıların verdiği rahatsızlığın farkındayız. Ancak inanan insanlar olarak bir imtihan sürecinden geçtiğimizin bilincindeyiz. Kur`an-ı Kerim`de “Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bildiğinizde hayır vardır.” Hükmüne itikadımız tamdır. Zaman zaman nasıl iktidar olacağımıza ilişkin sorulara samimiyetle “bilmediğimi” söylüyorum. Ancak haklı konumumuzu ve HAK`KIN (cc) yanındaki duruşumuzu muhafaza edersek, O`nun tarafından destekleneceğimizden eminiz. Bazen yukarıda anlattığım zafere ulaştırma yöntemlerinden biri olan süreçten geçtiğimiz aklıma gelmiyor değil.
İçinden geçtiğimiz imtihanın en kritik tarafı bize yapılanların nefsimize ağır gelmesi nedeniyle nefsi davranmaktır. Mekke döneminde müminler bu süreci yaşadılar, “Bize savaş için ne zaman izin verilecek” dediler. Şimdi tabandan bu sesler cılız da olsa duyulmaktadır. Her bir saldırıda en uzaktaki kardeşlerimizin duyduğu acıyı yaşayanlardan biri olarak idrak ediyorum. Bir de birebir yaşayanlar açısından düşünürsek imtihanın zorluğu ortadadır. Ama biz nefsimize uyduğumuz anda kaybedenlerden olacağımızın bilincindeyiz. Zira nefse esaret Allah`a kulluğa manidir. Bu da Hür davanın erlerinin hürriyet anlayışına aykırıdır. Belki de saldırıların bittiği, kendimizi muzaffer gördüğümüz bir zamanda savaşla imtihan edilebiliriz.
Kur`an-ı Kerimin anlaşılması için mutlaka yaşanması gerekiyor. Ülkemizde çok sayıda tefsir ve bu tefsirlerin okunduğu sohbet halkalarının olduğunu biliyorum. Ama hala Kur`an`ın yaygın olarak doğru anlaşılmadığı kanaatindeyim. Efendimiz (sav)`ın çizgisini pratikte hayata geçirmeye kalktığınızda her bir ayet karşılaşılan bir problem için yeniden nazil olmuşçasına anlam kazanıyor ve daha kolay anlaşılıyor. En önemlisi de karşılaştığın problemi bizzat Kur`an ile çözme yoluna giderek adeta Kur`an-ı yaşama imkânına kavuşmak mümkün oluyor.
Mesela “Kalk ve uyar” emrini ıskalamış iseniz sonra gelen ayetleri anlamanız mümkün değildir. Çünkü uyarmaya başladığınız takdirde toplumla sürtüşme başlayacaktır. Bu sürtüşme giderek saldırılara, sürgünlere boykotlara işkencelere sebebiyet verecek, sabır ve korku imtihanıyla karşılaşacaksın. Ama ilk günden “toplumumuzla sürtüşmeyelim, adamlar uyarılmaktan rahatsız oluyorlarsa biz de uyarmaktan vazgeçelim” derseniz, mücadele, olmayacaktır. Sabretmek o zaman ne işinize yarayacaktır.