• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Son günlerde en çok tartışılan konu, yargı bağımsızlığıdır.  Aslında bir görüşe göre yargı, “güçler ayrılığı” prensibi anayasaya girdiği günden itibaren zaten bağımsızdır. Başka bir görüşe göre de yargı bugüne kadar hiç bağımsız olmadı, bu gidişle de asla bağımsız olamaz.

Yargının bağımsızlığından kast edilen nedir? Bundan kast edilen kabaca yürütmeye karşı bağımsızlık olmak yani hükümetten emir almamaktır. Normal ülkelerde genelkurmay başkanlığı milli savunma bakanlığına bağlı olduğu için buna ordu da dâhildir. Yani yargı silahlı kuvvetlere karşı da bağımsızdır. 

Dikkat edilecek olursa yargının yasamaya karşı bağımsızlığından söz edilmez. Aksine yargının en bağımsız ve tarafsız hali yasamanın iradesin en bağlı kaldığı haldir. Hâkimler kanunları yorumlarken yanlış yapmamak için ilgili kanun maddesinin meclis tutanaklarına, gerekçelerine müracaat ederler. 

Asıl değinmek istediğim konu şudur: Yasamanız bağımsız değilse, yargınız bağımsız olsa ne olur olmasa ne olur? Şimdi bu ülkenin yasamasının bağımsız olduğunu söyleyebilecek kaç kişi çıkabilir? Yargı bağımsızlığı çerçevesinde meclis tarafından yürütülen faaliyetler karşısında Avrupa Birliği ve ABD sözcüleri tarafından yapılan tehdit içerikli açıklamalar ne anlam gelmektedir? Tehdidin muhatabı açıkça Meclis olduğuna ve Meclis de millet iradesi olduğuna göre tehdit eden tarafın dayanağı nedir? Yani milletimiz Kâfirler(ayrı ayrı yazmamak için hepsine birden kafirler diyorum) tarafından tehdit edilirken bunun hem hükümet hem muhalefet hem de paralel yapı tarafından normal karşılanması, buna itiraz etmeyip sanki kâfirlerin en tabii hakkıymış gibi algılamaları nasıl açıklanacaktır. Bu nedenle Başbakanın “bağımsızlık mücadelesi” vurgusu çok önemlidir ve ıskalanmamalıdır. Maalesef hükümet, bu sözü çokta desteklememiş, sanki sehven ağızdan çıkmış gibi sahiplenmemiştir.

Unutulmamalıdır ki, teoride yargı kararlarının meşruiyet kaynağı milli iradedir. Bunun verilen mahkeme kararlarının başına yazılan “millet adına” sözcüklerinden anlamak mümkündür. Yargının milli iradenin emrinde ancak keyfi idare ve idarecilere karşı bağımsız olması teorik olarak doğrudur. Şeklen ülkemizde de böyle bir sistem varmış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Ancak süreç içerisinde İstiklal Mahkemeleri, Sıkıyönetim Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Özel Yetkili Mahkemelerin yargıladıklarına ve verilen cezalara bakınız. İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Saidi Palevi, Saidi Kurdi, Menders ve arkadaşları, Merhum Erbakan ve arkadaşları, şimdilerde İslami davalardan yargılanıp mahkûm edilenlere verilen cezaların arkasında milli iradeden söz edilebilir mi?  

Süreç içerisinde yargı açıkça darbecilerin emrine, darbeciler de kâfirlerin emrine girdiklerinde kimse yargının bağımsızlığını tartışmamıştır. Yasama faaliyetleri, halen darbe anayasalarıyla sınırlıdır. Meclis darbecilerin anayasalarına aykırı kanun yapamaz haldedir. Bu gayrı millî iradeye dayalı anayasaların düzenlediği HSYK`nın bağımsızlığı tartışılmamıştır. Bu gün paralel yapının kimlerin emrinde olduğu tartışma konusu edilemeyecek kadar açık olmasına rağmen yargının böyle bir yapının emrinde olması yargı bağımsızlığına aykırı görülmeyip, HSYK üyelerinin millet iradesince seçilmesinin bağımsızlığa aykırı görülmesi, akla ziyandır.

HSYK nın paralel yapı, zinde güçler vb. vesayetçiler emrinde olmaktansa iktidar partisinin Ankara il başkanlığına bağlanması tercihe şayandır.  Hiç değilse iktidar partisine hesap sorma hakkı mevcuttur.

Başa dönecek olursak; asıl olan yasamanın tam bağımsızlığının sağlanması ve korunmasıdır. Bu da yasamanın, faaliyetleri sırasında kendisini milletin emrinde hissetmesiyle mümkündür. Kâfirler kendi yasama faaliyetleri sırasında nasıl Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerin bu faaliyetlere ne diyeceklerini akıllarının ucuna getirmiyorlarsa Meclis de faaliyetleri sırasında kâfirlerin ne diyeceğinin düşünmemelidir.