• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Bu büyük yalanın gerçekleşmesini daha ne kadar bekleyeceğiz. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yalanından bahsediyorum. Bu yazı TBMM`ne yazıldığından bu yana hiçbir gün gerçek olmadı. Egemenliği bugüne kadar millet hariç kullanmayan da kalmadı. Aslında bu ülkede bütün iktidarlar bir başka milletin “küfür milleti”nin adına onlara vekâleten egemenliği kullanıyorlardı.

Egemenlik kâfirler adına yürütüldüğünden, küfre karşı olanlar en çok ezilen ve yönetim erkinden en çok uzak tutulan kesimler oldu. Ülkedeki farklılıklar egemenler tarafından bir zenginlik olarak değil, istismara elverişli birbirlerine karşı kullanılacak malzeme bolluğu olarak görüldü. Farklı kesimler iktidarın millete devrinden umutlu olmadıkları için hep emanetçilik yarışına girdiler. Hep kâfirlere “Biz emanetinize daha iyi sahip çıkarız size asla ihanet etmeyiz” dediler. Sandık ve seçim bu işin paravanı olarak kullanıldı. Millet seçimlere girerek egemenliğin kendisine ait olduğuna inandırılmak istendi.

Milletin hasbel kader seçimlerde egemenliği eline almasına mani olmak için çeşitli bariyerler oluşturulmuştur. Öncelikle anayasanın başlangıç hükümlerinden biri “laikliğin değiştirilmesi dahi teklif edilemez” maddesidir. Laiklik aslında egemenliğin Müslüman halka geçmesine karşı güçlü bir güvence idi. Bu yeterli olamayacağı için Meclis iradesini bloke edecek bariyerler oluşturuldu. Ordu Osmanlı`nın son dönemlerinden itibaren hep Batı`dan getirilen hocaların eğitimine teslim edilmişti. Üst düzey rütbelere gelebilmek için başarılı olmak gerekiyordu ancak bu başarının kriteri harp oyunlarını iyi bilmek değil, İslam`ın ne büyük tehdit olduğu bilgi ve bilincine ulaşmaktı.

Anayasa Mahkemesi, HSYK, yüksek yargı her biri Meclis iradesine karşı oluşturulan bariyerlerdi. Batı bu silahlarının hiçbirinin zayıflamasına izin vermedi. Son günlerde halk ne güzel de egemenliğinin kendilerine bırakılacağı umuduna kapılmıştı.  Oysa devlet halka bırakılmayacak kadar değerli idi. Siyasi partilerin görevi halk adına iktidarı kullanmak değil, halk adına gibi yapıp asıl egemenler adına ülkeyi yönetmekti. Egemenler, destek verdikleri kesimin yıpranması ve işbirlikçilikleri iyice deşifre olunca hemen partner değiştirdiler.

Egemenlerin işbirlikçileri, hep egemenlerin karşıtlarını ezmekle onlara sadakat gösterisinde bulundular. En marifetli olanları işbirlikçiliklerini en sıkı ve en kalıcı hale getirenler oldu. Ülkemizde ne teröristlikle itham edilmeyen ne de işbirlikçi olmayan kesim nerdeyse kalmadı. Uzun bir dönem işbirlikçi olan ordu içinden bir kesim, sonunda terörist sınıfına dâhil oldular. Bir dönemin birinci tehdidi olarak görülenler şimdilerde egemenler adına iktidardadırlar. Ancak diğer işbirlikçiler gibi egemenlerin rızasına muhalif davranışlar belirince önceki işbirlikçilerin akıbetine maruz kalacak gibi görünüyorlar. Şimdi işbirlikçilerin kendi aralarındaki iktidar mücadelesine şahit oluyoruz. Egemenlere sadakatle bağlı olan taraf karşısında zor durumda kalanlar içeriden işbirlikçi arayışına girmiş görünüyorlar. Galip taraf kaçınılmaz olarak mağlup tarafı tehdit, tehlike ve terörle itham edecektir.

Ordu içinde örgütlenen Aleviler ve ulusalcılar, şimdilerde yeniden iktidara heveslenmeye başladılar. 12 Eylülde bu güçler, biri sağcılardan biri solculardan olmak üzere idamlarda adil! davranmışlardı. Takiyye ile devlete sızan kadrolar son on yıldaki özgürlük ortamından dolayı hem palazlandılar hem de artık çok da gizlenme gereği görmediklerinden deşifre oldular. Eğer arkalarındaki dış güçlerin desteği yetersiz kalırsa onlarda terörist olarak muameleye tabi tutulabilirler.  

Bütün bu gelişmeler işbirlikçiliğin sonuç vermediğini göstermektedir. Başından itibaren köksüzlerin veya kökü dışarıda olanların işbirlikçilikten başka seçenekleri olmayabilir. Ancak Müslüman unsurların Türkü ile Kürdü ile bu işbirlikçiliklerden uzak kalması ümmet şuuru ile kâfirlerin egemenliğine son vermeleri gecikmiş de olsa kaçınılmaz hale gelmiştir. Bağımsızlığa tevessülden kaçınma nedeni, kâfirlerin kendilerini dev aynalarında göstererek Müslümanların gözünü korkutmalarıdır. Karton aslanlar veya şişme naylon aslanlar maalesef yeterli ahiret inancına sahip olmayanların yüreğine korku salabiliyor.

Allah`tan başkasından korkmadığını pratiği ile ispatlayan bir hareketin gerçek bağımsızlık mücadelesine öncülük yapmasının zamanı gelmiştir. Son dönemdeki iç çalkantıların böyle bir uyanışa ve ümmetin Anadolu coğrafyasının ayağa kalkmasına vesile olması dilek ve temennisiyle.