• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Bu hafta, çarşamba günü Zonguldak adliyesinde, geçtiğimiz kasım ayında cenazesi yakılmış halde bulunan Afganistan göçmeni Vezir Muhammed Nourtani'nin ölümüne ilişkin, kaçak maden ocağı sahiplerinin tutuklu olarak yargılandığı davanın duruşması görüldü.

Kaçak olarak işletilen madende, kim bilir kaç kuruşa, iş güvenliği olmadan çalıştırılan mülteci bir kardeşimiz ağır yaralanıyor, "kaçak maden ortaya çıkmasın" diye ormana götürülüp canlı canlı yakılıyor.

Vatanından binlerce kilometre uzaklıkta madencilik gibi ağır bir işte, bir lokma ekmek için çalışan bir insanı yakarak öldürmek, zalimliğin, gaddarlığın en alçak halidir.

Dünyanın en zor coğrafyalarından birinde doğuyorsun ve her şey o kadar kötü gidiyor ki, çaresizlikten binlerce kilometre uzakta olan başka bir ülkeye, dağları aşa aşa, her türlü tehlikeyi göze alarak bir umutla gelip böyle bir vahşetle hayatın sona eriyor.

İzlediğimiz aslan, kaplan veya yırtıcı hayvan belgeselleri gördüklerimizin yanında anne şefkati gibi kalıyor. Hiç mi aklınıza gelmiyor bu insanların çocukları, eşleri, yakınları, sevenleri, bekleyenlerinin olduğu! Bu insan gülüyor, mutlu oluyor, üzülüyor, gözyaşı döküyor! Bu insan; bir insan, bir canlı!

Her sözün yetersiz kalacağı, insanın Rabbinin yarattığı tertemiz fıtratından uzaklaştı mı, ne denli şeytanlaşabileceğini gösteren vahşet…

Böyle bir durumda hepimizin, tüm kurumların, ayağa kalkması gerekirdi. Maalesef İslami STK’ları bu duruşmada da göremedik. Demek çok daha önemli işleri vardı!

Ülkede sistemli bir şekilde sıradanlaşan, sıradanlaştırılan, kışkırtılan şeyler işte bunlar.

Bu ortamda, rahatlıkla "iblis" diye tanımlayabileceğimiz bazıları ise iyice kudurup "bunların hakkını nasıl olsa kimse aramaz" diye düşünüyor ve aklın alamayacağı suçlar işliyor.

Hayatını "nefret körükleyicisi "olarak kazanan leşkerler ise hala "bizimle ne alakası var?" diyor. İnsanlık dışı propagandalarına son vermek bir yana, daha da hız veriyorlar.

Aralıksız propaganda ve hedef gösterme çalışmalarının bir sonucu olarak giderek daha fazla insan mültecilere kin duyar hale geldi. Birçok insan her kanaldan boca edilen iddiaların gerçekliğini sorgulamadan günlük hayattaki tüm sorunların mültecilerden kaynaklandığını düşünüyor. Savaş mağduru bu insanlar nefret dilinin hedefi haline getiriliyor.

Mültecileri günde 16 saat köle gibi çalıştırabilir, sonra tek kuruş vermeden kovabilirsin. Kimse karışmaz. “Sığınmacıların zaten ne işleri var ki benim ülkemde?” mantığı ve vicdansızlığı ile her türlü zulme kılıfta bulabilirsin.

Uğradığı haksızlığa itiraz etmeye kalkan olursa kahveden adam çağırıp, türlü yalan ve iftiralarla onları linç edebilirsin. Hızını almışken mahalledeki tüm mültecilerin evlerini taşlayabilir, arabalarını yakabilirsin. Hiçbir şey olmaz. Sosyal medyada mülteciler kendi ülkemizde bize saldırdı dersin!

İnsanların yakılarak öldürüldüğü, çocukların boğulduğu, kadınların taşlandığı, kalplerin kapkaranlık olduğu, bu topraklarda son dönemlerde yaşanan her olay bir öncekinden daha vahşi, daha şaşırtıcı olmaya başladı. Bu işin sonu ne olacak diye dehşetle takip ediyoruz.

Bir asırdır nesillerin heba olmasına sebep olan; Ülkenin üç yanı deniz, dört yanı düşmanlarla çevrili olduğu algısından bir adım ileriye gitmeyen, ideolojik çürük fikirlerle beyinleri yakan, başkalarını göremeyen, merhametten, maneviyattan uzak bir eğitim sisteminin ülkeyi ne hale getirdiğini görüyoruz.

Devlet, köprüler, adalet sarayları, havaalanları, organize sanayi bölgelerine ayırdığı fonların bir kısmını, “ülkede bu kadar vahşet nasıl oluyor”a, bu katilleri oluşturan ortamları araştırmak ve düzeltmek için kullanmalıdır. Avrupa da dahi yaşanmayan bu vahşetler bizim ülkemizde neden oluyor? Devleti yönetenler; İnsanların şiddet olmadan, tecavüz olmadan, cinayet olmadan, insan gibi yaşayabilmesi için çılgın projeler yapsınlar.