• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

2014-2015 yıllarında PKK’nın vandallarına  'sokakları savaş alanlarına çevirin' çağrılarından sonra Kürtlerin yoğun olduğu bölgeler adeta cehenneme dönmüştü.
Eylem yapılan mahallelerdeki Kürt esnafın işyerlerinin kepenkleri indiriliyor, tarım işçileri işe gönderilmiyordu.

Akşam saat beşten sonra emniyet güçlerine karşı taşlı, molotoflu, bazen de silahlı saldırılar yapılıyordu. Bizim de iş yerimiz bu olayların yoğun olarak yaşandığı bölgeden iki kilometre uzaklıktaydı.

Polisin göstericilere attığı biber gazları, rüzgârın etkisiyle iş yerimizin olduğu muhite kadar geliyordu. Aylarca süren bu ıstıraptan dolayı, saat beşten sonra sokakta bir insan bulmak imkânsız hale gelmişti.

Saat beşten sonra caddedeki kahveler, lokantalar, ganyan bayileri kapanır, horozcular kahvesinin hayvan sever müdavimleri: horozlarını biber gazından etkilenmemeleri için meşe ağacından yapılmış özel kafese koyup, evlerine götürürlerdi.
Meydanda bulunan asırlık çınarın dallarındaki kuşlar, sokaktaki kedi ve köpekler biber gazı gözlerimizi yakmadan, beş on saniye öncesinde ortalıktan toz olurlardı.
Çoğu zaman yokmuş gibi davransak da korku; kontrol edilmesi zor olan çok güçlü, her şey gibi belli oranda sahip olunması gereken duygudur.
Fazlası paranoyaya, eksikliği ölüme neden olur.

Aslında korku Rabbimiz tarafından verilmiş bir nimettir; yüksekten, hızdan, kavgadan, ölümden, hızdan, vahşi hayvanlardan korkmasaydık, ortalama ömrümüz ne olurdu?
Perşembe akşamı saat 10'da hafiften bir sallandık. Evimiz müstakil olduğundan, avizeler dahi oynamadı.

Sabah işyerine geldiğimde, mahalleye ölü toprağı serpildiğini görünce oldukça şaşırdım.
Yüksek binalardaki çoğu vatandaşın, 'yeniden deprem olabilir' korkusuyla yazlık evlerine, karavanı olanların da yüksek tepelere çıktıklarını öğrendim.
İzahatım şudur ki: İki kilometre uzağımızda olan, eylemcilerin mahallede kendilerine sınır çizdikleri: hemzemin geçitten bir adım öteye geçmeyecekleri, geçemeyecekleri bir yerden gelen biber gazı ve silah seslerinden kaçıp evlerimize sığınan insanlarız.
Arı vızıltısı gibi, ufak bir sarsıntıdan kaçıp, dağlarda yaptırdığımız korunaklı evlerimize sığınıyoruz.

Ve yaşadıklarımızı, korkularımızı çok çabuk unutan insanlarız.

Elli yıldır Suriye'yi demir yumrukla yöneten, bırakın konuşmayı; düşünmenin bile yasak olduğu, insan haklarının en ufak zerresinin bulunmadığı bir ülkeden, yaşadıkları sefalet ve korkunç ölümlerden kaçan, mübarek bayram günü, sahilde aileleriyle serinleyen insanlara, yerli siyonistler ellerine aldıkları pankartlarla 'vatanlarını bırakıp kaçan, korkak hainler' yakıştırması yapıyor.
Perşembe günü de Milli Görüş geleneğinden gelen, sözde ümmetçi bir siyasetçi: 'Mültecilerin bu saatten sonra ülkelerine dönmeleri bizim için de onlar için de daha hayırlıdır' açıklaması yaptı.

Peki, neye göre dönecekler. Suriye’de değişen ne ki, dönsünler. Esad ve kirli şebekesi durdukça insanlar nasıl dönsünler.
 Toplumun en alt sosyal sınıf haline getirdiğimiz bu insanları, çalışmadığımız alanlarda, tarlada, bahçede, fabrikada, inşaatta, geri dönüşümde, çobanlıkta çalıştırıp, ezip, sömürüp, hor görüyoruz.

Ekonomideki ve kötü giden her şeyin ana sebebi olarak gösterilen mülteciler bu topraklara gelmeden de 3 milyon işsizimiz vardı, sene 2024 gene 3 milyon işsizimiz var. İnsanlar işsizlikten kırılıyor söylemlerinin bitmediği bu ülkede, 5 milyon mülteci iş bulduysa, demek ki ya işçi açığımız açıklanan rakamlardan çok daha fazla ya da iş beğenmeme lüksümüz var.
Ahlaksızlığın, çıplaklığın, teşhirciliğin, yolsuzluğun zirve yaptığı, 'devletin malı deniz, yemeyen keriz' anlayışının sahip olduğu, ebeveynlerin çocuk sahibi olmadan, doğacak çocuklarına Ankara’da dayı aradığı bu ülkede, 'kim vatanını satıyor?' sorusunun cevabını, vicdanlarınıza bırakıyorum.

Selam ve dua ile.