• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

2012 yılında, Suriye firavunu Esad'ın uçaklarının attığı varil bombalarıyla kolları ve bacakları kopan evladını kucağına alan, 40'lı yaşlarındaki babanın görüntüsünü hatırlarsınız.

O an yaşadığı şok, çektiği acı, o babanın ağzından hangi aykırı kelimeleri çıkarırsa çıkarsın, dinen hiç bir yaptırıma uğramayacak, bu durum psikolojik travma olarak adlandırılabilirdi.

Ama o baba hepimize ve tüm dünyaya örnek olacak bir ders vermişti.

Her yıl verilen on binlerce konferans, yazılan binlerce kitaplar, hoca efendilerin verdiği vaazlar bu acılı babanın verdiği mesajı verememiştir.

Alanında ünlü psikologlara, doktorlara sorsak, evinin enkazı başında tüm ailesini kaybetmiş, dünyası yıkılmış, kolları ve bacakları kopmuş evladının kanlı bedenini kucağına almış babanın akıl sağlığını kaybetmemesi için çözüm öneriniz nedir dersek?

Eminim iki saatte bir morfin iğnesini vurup uyutulmasını, ömür boyunca da ağır psikolojik haplar kullanmasını tavsiye ederlerdi.

Bilimin hiç bir dalının anlatamayacağı biz Müslümanların buna imanın zirvesi yani teslimiyet dediği bir olgunlukla, baba ellerini semaya açtı.

Gözlerini yukarı dikti, şefkat ve merhamet bekleyen haliyle, Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) en kritik anlarda okuduğu,  "Hasbünallahü ve ni'me'l" Allah bize yeter, O ne güzel bir vekildir duasını okudu.

1992 yılında İstanbul'a bir dizi incelemeye gelen, Avrupalı bir heyet yetkililerden gecekondu mahallelerini gezdirmelerini ister. Yetkililer Avrupalı heyeti Zeytinburnu'nda bulunan gecekondu bölgelerine götürürler. Bir süre sokaklarda gezen heyet, burası gecekondu değil diye itiraz edip, şöyle derler:

Burada yaşayan insanların çatılarında çanak antenler, evlerinde elektrik, yanı başlarında su, evlerinde yiyecekleri, kapılarının önlerinde arabalar var.

Bu görüntüleri izledikten sonra, Avrupalı heyetin bahsettiği gecekonduları merak edip, biraz araştırdıktan sonra dünya nüfusunun önemli bir kısmının açlık ve sefalet içerisinde, temiz su ve yiyecekten yoksun halde teneke barakalarda yaşadıklarını gördüm.

Organ mafyasının, kirli şebekelerin kanlı ve kirli pençelerine düşmüş milyonlarca kadın ve çocuk..

Burada sorumuzu soralım!

Peki, dün Suriye, Irak, Afganistan, bugün de Filistin'de yaşanan soykırımın, Kahire’de firavun mezarlarının yanı başlarında, aç ve sefil bir şekilde barakalarda yaşayan milyonların suçlusu, sebebi kimdir?

Yaşadıkları coğrafya mıydı, başlarındaki firavunlar mı, alınlarına yazılan kaderleri mi, kendilerini bu bataklıkta doğuran anneleri mi? Bostan korkuluğuna dönmüş olan bizler mi? Suçlu kim idi?

 Rabbimiz "Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın' diye buyurur. ( Ali İmran 103)

Peygamber efendimiz "Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar" diye buyurmuştur.

Yaşadığımız kıyımın ve soykırımların ana kaynağını çok eskilerden aramamız gerekir diye düşünsek de eski defterleri açmak bir çözüm üretmeyecektir.

Müslümanların fırkalara bölünüp, paramparça olduğu, her hizbin güneşin kendi etrafında döndüğünü sandığı, ötekilerini ötekileştirdiği "bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" düşüncesinin hakim olduğu kırk yamalı bohçaya dönen ümmetin (!)iflas haline çok da şaşırmamak lazım.

Cengiz Han’ın ordusu, milyonlarca insanı öldürüp Bağdat'ta Abbasi halifesinin sarayını ablukaya aldığında, halife nasıl bir kafaya sahipse cariyeleriyle eğleniyordu. Moğol ordusunun attığı bir ok ile cariyesinin kucağında can verir.

Allah ve Resulünün yolundan uzaklaştıkça tarih her zaman tekerrürden ibaret kalacaktır.

Selam ve dua ile..