• DOLAR 34.493
  • EURO 36.265
  • ALTIN 2960.935
  • ...

Şehrimizde yaklaşık altı aydır, her 10 kişiye bir seçim arabasının veya bir adayın düştüğü, gürültüden, kargaşadan, kirlilikten dolayı beynimizde kalan son üç beş akıl hücremizin dahi günün sonunda, bu ıstıraptan kurtulduğu için bayram edeceği, son anları yaşıyoruz.

Üç beş dakikada bir "kırk yıllık dostlarımız" gibi büyük bir heyecan ve coşkulu ses tonlarıyla "merhaba dostum" diye içeriye girerek, kadın olsun erkek olsun, muhtar adayları, aza adayları, belediye başkan adayları, meclis üyesi adayları, büyükşehir adaylarından kurtulmanın son günüdür.

Gelip giden adaylarla o kadar fotoğraf çektirdim ki, son on beş gündür sahurda içtiğim kas gevşetici ve ağrı kesici ile güne başlamak zorunda kalıyorum.

Şehrimizde her seçim arifelerinde cumartesi günü, seçimi kazanma ihtimali olan, yani binlerce arabadan oluşan konvoyu oluşturacak kadar tabanları ve bu araçlara bedava yakıt sağlayacak sponsoru olanlar için geleneksel büyük konvoylar düzenleme günüdür.

Az sonra gürültülü müzikler, kornalar, sloganlar eşliğinde kamyonlar, iş makineleri, motorlar, otobüsler, minibüsler, araç pencerelerinden sarkan holiganların, elleriyle salladıkları bayraklar eşliğinde caddemizden geçecekler.

Yıllar önce bir Yunan filmi izlemiştim. Sakin bir Yunan köyünde, yalnız yaşayan, kimsesiz yaşlı bir kadının ölüm anının yaklaştığını duyan kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk yüzlerce köy sakini kadının evini işgal etmiş, ölüm baygınlığı yaşayan, arada gözlerini açıp etrafındaki yağmacıların, gülümseyen haince bakışlarını görüp yeniden bayılan kadının evini, rahibin öldüğünü haber verdiği el işaretiyle yağmalamaya başlamışlardı.

Evdeki perdeler, kapılar, pencereler, yemek kapları, giysiler, masadaki kadından arta kalan ekmek parçası, duvarda asılı olan evlilik resminin olduğu çerçeve, ölünün yattığı karyola dahi alınıp ev talan edilmişti.

Yağmacıların hepsi, yağmadan sonra bahçede bulunan, tahta parçasından yapılma, siyah haç sembolünü öpüp, arkalarını dönmeden, saygı ritüelleri yaparak evden çıkmışlardı.

Biz bu olayı 'ölü evi yağmacıları" diye de isimlendirebiliriz.

Toplumda maalesef öyle bir zihniyet hakim ki, altı aydır milyon dolarların harcandığı, Toros dağlarında keçilerin çıkamayacağı kayalara dahi siyasi parti adaylarının pankartlarının asıldığı, sanatçılarca kişiye özel seçim müziğinin yapıldığı, etraflarında gezen mahallenin delisine belediyede iş sözü verildiği bu filmin sonunda bizleri nasıl bir sonucun beklediğini tahmin etmek için, çok zeki biri olmamıza, çok yüksek IQ'ye sahip olmamıza gerek yok.

Çöp konteynırlarının olmadığı, çöplerin mahalle meydanlarına atılıp, haftada bir belediye görevlileri tarafından küreklerle traktöre yüklenip götürüldüğü, evlerin avlusuna açılan iki metrelik kanalizasyon çukurlarının birkaç ayda bir vidanjörle çekildiği, sokakların çamur deryasına döndüğü, suların haftalarca akmadığı, su ihtiyacımızı at arabalarına yüklediğimiz bidonlarla Berdan nehrinden karşıladığımız günlerin üzerinden yaklaşık otuz yıl geçti.

Şehirlerimizde alt yapı, geniş caddeler, kaldırımlar, park ve oyun alanları, ulaşım, günlük toplanan çöpler, şarıl şarıl akan sularımız gibi, hayatımızı kolaylaştıran çok büyük yenilikler yapıldı.

Şehirlerimiz büyüdükçe, hizmet alanları ve buna paralel olarak rant kapıları da çoğaldı. Belediye bütçeleri devasa boyutlara ulaştı.

Ölü evinin yağmacıları da bu devasa bütçenin kontrolünü ve rant kapılarını ellerinde tutmak istiyor. Vatandaş da hipodromda yarış atlarına oynayan bahisçiler gibi, kazanacağını umduğu siyasiye oynuyor.

Bu oyunun sonunda kim kazanır diye sorarsanız, kazananı bilemem ama kaybeden her zaman sekeratta olan halktır.