• DOLAR 34.466
  • EURO 36.583
  • ALTIN 2925.491
  • ...
Aslında bu hafta AK Parti ile MHP`nin kurdukları “milli mutabakat” hakkında yazmak istiyorduk. Fakat Türkiye`nin 20 Ocak`ta başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı bunun önüne geçti. 
 
Taraflar açıkça söylemekten kaçınsalar bile, bu, sadece bir örgüte karşı girişilen bir operasyonun ötesinde bir şeydir, bir savaştır. Gördüğümüz gibi, durum ciddi. 
 
Yalnız bugünkü olayları doğru anlamak için en az yüz yıl öncesinden bakmalıyız. O zaman görürüz ki, bugün yaşadıklarımız, Birinci Dünya Savaşı`nın artçı sarsıntılarıdır. Geçen yüz yıl boyunca bazen içeriden, bazen dışarıdan ve bazen de aynı anda birçok yönden maruz kaldığımız müdahaleler bunlardandır. 
 
Gerçi Müslümanlar olarak birçok devletimiz var, ama bizi ne kadar temsil ettikleri tartışılır. Tam “milli” olmadıkları gibi, tam bağımsız oldukları da söylenemez! Bununla milliyetçiliği değil, bir millete ait olan değerleri ve bu değerlerle barışık olan araçları kast ediyoruz. Örneğin, nasıl ki kendisini Hristiyan olarak tanımlayan bir toplum için “milli” olan şey, Hristiyanlık ise, Budistler için Budizm ve Müslümanlar için de İslam`dır. Kısacası, bir millet kendisini hangi inanca ait görüyorsa, değerlerini de ondan alır. 
 
Evet, dün sınırlarımızı çizen galipler, bununla kalmayıp, hükümetlerimizin tayininden hayat tarzımıza kadar birçok şeyimize de müdahil oldular ve olmaktalar. Bir ülke onların çizdikleri sınırların dışına çıkmaya görsün, hemen dişlerini gösteriyorlar. Zaten zihinlerimizi ve muhakememizi iğfal etmeye yönelik kesintisiz ve çok yönlü saldırılarının amacı da direncimizi kırmaktır. Bu politikalarında bugüne kadar başarılı oldukları doğrudur. Ancak başka bir doğru da var. O da şudur: Bu zillete isyan edenlerin hem sayıları giderek artmakta ve hem de sesleri daha bir yükselmektedir. Hele hele bazı liderlerin de emperyalistlere “hayır” diyebiliyor olmaları, onları ve işbirlikçilerini daha bir korkutmaktadır. 
 
Çünkü her istediğini yerine getirmeyen ve üstüne üstlük onların oyunlarını bozabilen, tuzaklarını başlarına çalabilen, darbelerini boşa çıkarabilen ve hatta onların emrindeki hainleri bile artık cezalandırabilen ülkeler var. Bu ülkelerin başında ise Türkiye geliyor. 
 
FETÖ üzerinden emellerine ulaşamayan Amerika`nın PKK-PYD-YPG ve hatta DAEŞ gibi yapılara daha büyük yatırımlar yapacağı şüphesizdir. 
Buradaki en önemli soru ve sorun, ABD`nin, PKK ve uzantıları dışında kalan Kürtlerden ne kadarını bu kirli savaşa bulaştırıp bulaştıramayacağıdır. Örneğin, Kürtlerin mevcut rejimlerle olan sorunlarını kaşıması ve hatta Kürtlere bir devlet vaadinde bulunması etkili olur mu? 
 
Bize göre, Amerika, elindeki PKK-PYD-YPG güçlerini bile uzun bir süre savaştıramaz. Bununla birlikte Türkiye eğer bir zamanlar uyguladığı inkâr politikalarının açtığı yaraları da vakit geçirmeden sarıp, bir de kadim kardeşliğimizdeki bu fetret dönemine son verme iradesini gösterirse, gerisini siz düşünün. 
 
Toparlayacak olursak, Türkiye`nin Afrin`e girmesi bir saldırı değil, bir savunmadır. Buna rağmen Emperyalistlerin dünya kamuoyunu yanıltmak için bu harekâta, “Türk-Kürt Savaşı” veya “Türkiye`nin Kürtlere saldırısı”  diyeceklerdir. Ama bunun bir kıymeti harbiyesi yoktur. Türkiye`nin bu mücadelesinin çok önemli ve dahi değerli olduğunun ve dünyadaki yankılarının da büyük olacağını söylemek abartı olmasa gerek. Ve bundan böyle artık emperyalistlerin de özellikle bölge devletleri üzerindeki tahakkümlerini istedikleri gibi sürdüremeyecekleri düşüncesindeyiz. Evet, bir kısmı da bizden kaynaklanan bu musibetleri defederken, canımız da yanacaktır doğal olarak. Çünkü karşımızdakiler malum… Peki, bu musibetleri de defedebilecek miyiz? İnanıyoruz ki, üstesinden geliriz!
 
Yeter ki, bir yandan emperyalistlerin topyekûn saldırılarına karşı tek yürek ve tek yumruk olarak savaşırken, diğer yandan kendimizi ve devleti hak ve adalet ilkeleri doğrultusunda ıslah edelim.