1870’ten 2025’e… Neden bugün de diyar-ı küfürde kâşaneler ve mülk-i İslam’da viraneler?
Ziya Paşa, 1870’te yazdığı gazelinin ilk beytinde şunları söylüyordu:
“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm.”
Ziya Paşa’nın o şiirini yazdığı 155 yıl öncesinin diyar-ı küfrüne baktığımızda, aynı anda hem mülk-i İslam’a saldırıyorlar ve hem de birbirilerini boğazlıyorlar, ama yine de kâşanelerden geçilmiyor. Buna karşılık üç kıtaya yayılmış mülk-i İslam'da savaş yok, ama yine de savaştan beter ve viranelerden geçilmiyor...
Neden, neden ve neden?
Ehl-i küffarın kendileri arasında başlattıkları savaşın büyümesiyle birlikte bizleri de kendi narlarında yakarak, Birinci Dünya Savaşı’nda yendikleri ve mülk-i İslam’ı viraneye çevirdikleri doğrudur. Sınırlarımızı çizdikleri, rejimlerimizi belirledikleri ve hatta istedikleri kişileri kral, emir, halife ve cumhurbaşkanı diye başımıza geçirdikleri de şüphe götürmez bir gerçektir. Fakat şüphe götürmeyen diğer bir gerçek de, bize yaşattıkları felaketin birkaç mislini birbirlerine yapmış olmalarıdır. Hem de bir değil, iki defa Dünya Savaşı yaparak...
Diyar-ı küfürdekiler, yani küffar birbirlerinin kanlarını öyle bir döktüler ki, yek diğerinin ülkelerini öyle bir tarumar ettiler ki, sonunda galipleri de yerle yeksan oldular, mağlupları da…
Mülk-i İslam’a ve Müslümanlara gelince…
Mülk-i İslam, İkinci Dünya Savaşı’na sahne olmadığı gibi, Müslümanlar da bu savaşın dışında kaldılar. Peki, bu durumda mülk-i İslam’ın her yerinin de iş yerlerinden kâşanelere kadar daha abat, daha mümbit ve daha müreffeh olması gerekmez miydi?
İşte yıl 2025 ve işte diyar- küfür ve işte mülk-i İslam!
Ve Ziya Paşa o sözü söyledikten tam 155 yıl sonra, yani bugün kalkıp da mülk-i İslam’ın Türkiye parçasına baksa…
309 yıllık bir uykudan sonra uyandıklarında gördükleri karşısında şaşıran Ashab-ı Kehf’ten daha fazla şaşırmaz mı? Tabii ki, bir farkla; Ashab-ı Kehf’in şerrinden kaçtığı toplum müşrik iken, gözlerini açtığında, karşısında mümin bir toplum görmüşlerdi. Ziya Paşa’nın içinde gözlerini dünyaya kapattığında yaşadığı toplum Müslüman iken, bugün uyansa, karşılaşacağı topluma ne derdi?.. Çünkü başını hangi yöne çevirirse çevirsin, hem Allahu Ekber seslerinin geldiği minareleri görecektir ve hem de kendisi ölmüş olsa da, koyduğu hükümler yürürlükte olan Atatürk’ün heykellerini…
Hele hele Ziya Paşa da Ashab-ı Kehf gibi bir kez alışveriş için pazara insin… Bir kez insanların yargılandığı bir mahkemede bulunsun… Bir kez aşağıdan yukarıya kadar yöneticilerin icraatlarına bir nazar etsin… Ve son olarak da bir kez camiye gidip, her kıyamda “iyyake nabudu ve iyyake nestain” diyen cemaati takiben, dışarıdaki muamelatına baksın…
Ve karşısında neredeyse çoğunluğu veya en az yarısı tek bir tanrı ile iktifa etmeyen, buna ek olarak cehaleti ilminden, şiddeti şefkatinden, zulmü adaletinden, hasedi hasenelerinden ve kötülükleri iyiliklerinden daha fazla olan bir toplum…
Toparlayalım… Çalakalem resmettiğim bu virane gerçekliğimizin aklımıza getirdiği sorulardan biri de şu olsa gerekir: Ziya Paşa, eğer mülk-i İslam'ın bugünkü halini görseydi, ne derdi acaba? Bu ve benzeri sorular bir yana, sizler de takdir edersiniz ki, asıl sorumuz ve sorunumuz, biz ehl-i İslam’ın şirkle, yalanla, ikiyüzlülükle ve zilletle yoğrulmuş bu viraneliği bir kader olarak kanıksamış olmamız ve hatta buna bir çeşit iman etmişliğimizdir. Viraneliğimize sebep de budur. Müslümanlar olarak elimizle, dilimizle ve kalbimizle mazlumlardan çok, kısmen doğrudan ve kısmen de dolaylı olarak yeryüzünü kana ve fesada boğanların yanında olmamız da bunun ispatı değil mi?