• DOLAR 34.354
  • EURO 36.333
  • ALTIN 2828.641
  • ...

ABD seçimlerini ne Harris kaybetti ne de Trump kazandı. Seçimin galibi, her iki adayın da “ben kazanırsam, daha iyi hizmet ederim” dedikleri israil kazandı. Çünkü adayların gündeminde ABD’ye yapacakları hizmet değil, israile yapacakları destek ile bu desteğin miktarı vardı. Trump, bir dönem aradan sonra yeniden seçildiğine göre, yapacağı iş de kaldığı yerden devam etmek olacaktır.

Her iki adayın da israile hizmeti ABD’ye hizmetin önüne geçirmelerinde Harris’in kocasının ve Trump’un da damadının Yahudi olmalarının rolü var mı, bilmiyoruz. Ama bildiğimiz, ABD Başkanlarının siyonistlere hizmette kan ve din bağı gözetmedikleridir. Nitekim Biden de, “ben bir siyonistim. Siyonist olmak için Yahudi olmaya gerek yok” demişti.

Dolayısıyla o koltuğa kim oturursa otursun, yapacağı şey, siyonizme hizmeti daha bir ileriye götürmek olacaktır.

Hatırlayalım… İlk Başkanlığında Kudüs’ü, israilin başkenti olarak ilan etmiş, Golan Tepelerini israilin toprağı yapmış ve israilin İslam Ülkeleri üzerindeki etkisini arttırarak, bu bağlamda birçok Arap liderine israil ile İbrahim Antlaşmalarını imzalatmıştı.

Vaatlerinden de anlaşıldığı gibi, Trump’un bu ikinci döneminde yapacakları da, israile hizmetlerini iki katına veya birkaç katına çıkarmak olduğuna göre, asıl soru ve sorun, İslam ülkelerinin ne yapacaklarıdır. Gerçi hiç beklemeden şunu da söyleyebiliriz. Şimdiye kadar ne yaptılarsa, bundan sonra yapacakları da odur.

Çünkü birkaç istisna dışında İslam ülkeleri israilin yanında yer aldılar. Gerçi bunda şaşılacak bir durum yoktur, çünkü zaten işbirlikçi idiler. Asıl şaşırtıcı olan, Müslümanların da zulme karşı direnmeyi değil, teslimiyeti tercih etmeleridir.

Düşünün ki, kâğıt üzerinde %99 olduğumuz Türkiye’de bile, kazançlarının bir kısmını soykırımcı israile ödediklerini söyledikleri halde, bir tane şubelerini bile boykot yoluyla kapatmayı başaramadık. Hükümetin katil israile kesintisiz devam eden ihracatı da cabası…

Trump’un üzerinde yoğunlaşacağı ülkelerden biri de şüphesiz Suriye olacaktır. Çünkü yıllardır silahlarla donattığı ve eğittiği unsurlar üzerinden Suriye’yi bölüp, devlet içinde bir devlet kurabilir.

Haddizatında PKK’nın uzantısı olan, ama kendisini Demokratik Suriye Güçleri olarak tanımlayan bu yapının neredeyse hepsinin Kürt olmaları, doğal olarak Türkiye'yi de yeniden teyakkuza geçirmiş bulunmaktadır. Yeniden Kürtlerin haklarından söz ediliyor olması ve hatta Öcalan’ın bile TBMM’de konuşturulabileceğinden söz edilmesi de bundandır.

ABD’nin Kürtler için neler düşündüğü belli, bölgedeki emellerini gerçekleştirmek için, kanlarının son damlasına kadar Kürtlerden yararlanmak. Peki, Türkiye'nin Kürtler için neler düşündüğünü biliyor muyuz veya Türkiye'nin Kürtler için düşündüğü şeylerin kalıcı bir barışı sağlayacağına inanıyor muyuz? 

Hülasa, Trump, müesses nizamın kan, zulüm ve vahşetle yoğrulmuş istikrarını korumak konusunda kararlıdır. Bu da Türkiye'nin bir bölünme tehdidiyle karşı karşıya olduğu anlamına gelmektedir. Elbette ki Türkiye'nin bu tehlikeleri savabilecek gücü var. Yeter ki, adaleti esas alsın; izlediği inkâr politikalarının eseri olan yapıları değil, Kürtleri muhatap alsın ve bu muhataplığı da gasp edilen hakların bilakaydüşart iadesiyle gerçekleştirsin.  

Bu ulvi görev için Türk'üyle ve Kürt'üyle bütün millet elini değil, gövdesini de taşın altına koymaya hazırdır, yeter ki, yöneticiler de yükümlülüklerini yerine getirsinler.