• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Avrupa’nın kapkara ve kıpkızıl sayfaları çoktur. Hatta Avrupa’nın tarihinin de bugününün de kapkara ve kıpkızıl sayfalardan oluştuğunu söylemek daha doğrudur. Yedi kıtanın yedisi de onların imzalarını taşıyan zulümlerle doludur. Bu kapkara ve kıpkızıl tarihin bir sayfasında da Yahudilere yapageldikleri zulümler ve İkinci Dünya Savaşı’nda yaptıkları soykırım vardır.

Avrupalıların İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bazı konularda köklü değişikliklere gittiklerini ve bu arada Avrupa ile sınırlı olsa bile bazı değerleri pekiştirdiklerini görüyoruz.

Örneğin, aralarındaki kanlı rekabeti ve savaşları sonlandırmak yerine Avrupa kıtasının dışına taşımaları ve soykırımdan geçirdikleri Yahudiler için Filistin’de bir devlet kurmaları bu köklü değişikliklerdendir.

Avrupa ile sınırlı olmak şartıyla geliştirdikleri değerlerin neler olduğuna baktığımızda ise, demokrasi, insan hakları, sosyal devlet ve inancını yaşama ve düşüncesini ifade etme özgürlüğünü görüyoruz. Fakat hemen belirtelim ki, genelde yabancıları ve özelde ise Müslümanları bu değerlerin nimetlerinden yararlandırmıyorlar. Bunun ispatı da gayri resmi bir devlet politikası olarak izledikleri Yabancı düşmanlığı ve İslamofobidir.

Diğer bir köklü değişikliği de 19. Yüzyıldan başlayarak Yahudiler yaşadılar. Başını İngilizlerin çektiği Avrupalılar, Yahudilerin Siyonist bir temel üzerinde devletleşme sürecini başlattılar. Bunun için ideal gördükleri yer de tabii ki, Filistin idi. Bir siyonist olan Theodor Herzl de 1896 yılında yayınladığı “Yahudi Devleti” adlı eseriyle bu sürece dâhil olur.

Nihayet 1948’de israil devleti kuruldu, ama ilk gündeki sınırlarıyla yetinmedi. Oranın sahiplerini öldürerek, sürerek veya teslim ettirerek sınırlarını genişletiyor. Tabii, bizim bilmemiz gereken nokta, israil’in hiçbir zaman yalnız bırakılmadığı ve her zaman Avrupalıların tam desteğini aldığıdır.

Nitekim Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Adalet Divanı, israil’in Gazze’deki vahşetlerini “soykırım” olarak tanımladığı halde, Avrupalıların hala bütün imkânlarıyla israil’i desteklemeleri ve hatta ateşkes yapmasına dahi karşı koymaları, bu insanlık suçunun gönüllü ortakları olduklarının da delilidir.

Fakat Avrupa hükümetlerinin Gazze’deki soykırımda gönüllü suç ortağı olmaları bile siyonistleri tatmin etmiyor. Aynı hizmeti ve teslimiyeti Avrupa’nın halklarından da bekliyorlar. Hayır, beklemiyorlar, dayatıyorlar.

Gördüğümüz gibi, hükümetleri, soykırım suçuna kayıtsız şartsız ortak olacak kadar teslim almışlar ve hizmet ettiriyorlar. Şimdi de aynı teslimiyeti Avrupa halklarına dayatıyorlar.

Bunun için kullandıkları iki silah var; Antisemitizm ve İslamofobi…

Ancak yer olmadığından İslamofobiyi nasıl kullandıklarına girmeyeceğim.

Antisemitizm suçlamasında ise, o kadar ileri gittiler ki, Avrupalıların önünde iki seçenek var: Ya bütün insani değerlerini ayaklarının altına alıp teslim olacaklar ya da siyonistlerin Antisemitizm suçlamalarını bir şeref madalyası gibi görüp, doğrunun yanında yer alacaklar.

Halihazırda bir kamuoyu yoklaması yapılırsa, Avrupa halklarının ezici çoğunluğunun kendi hükümetlerinin aksine soykırıma karşı oy vereceği şüphesizdir. Ancak bunu izhar edecek kadar bir cesaretleri şimdilik itibariyle yoktur.

Fakat Avrupa’nın her yerinde yapılmakta olan soykırım karşıtı gösterileri incelediğimizde, siyonistlerin bu antisemitizm silahlarının da ters tepeceği günler pek de uzak görünmüyor.

Örneğin, Avusturyalılar, siyonistlerin bu silahlarına aldırmadıklarını resmiyete bile döktüler.

Siyonistler her gün yüzlerce masum insanı öldürüyorken ve üstüne üstlük herkesi de suç ortağı olmaya zorluyorken, onlara boyun eğmeyen ve oylarını da “ÖLDÜRME” yönünde kullananlara selam olsun!