• DOLAR 32.883
  • EURO 35.182
  • ALTIN 2450.326
  • ...

Bir: Dinde zorlama yoktur!

İki: Her insanın kendi iradesi ile yaptığı dini tercih, kendisini bağlar ve olduğu gibi tanınmayı gerektirir.

Üç: Bir şeye inanmak herkes için nasıl meşru bir hak ise, başka inançlara ve o inançların mensuplarına itham ve iftiralarda bulunmamak da bir yükümlülüktür.

İşte benim de itirazım, bu hak tecavüzüne ve bu haddi aşmayadır…

Malumumuz, Cumhuriyetin ilk yüzyılında kimi rütbeliler, “Mustafa Kemal’in Askerleri” sıfatıyla Müslümanları sıkça tehdit eder ve bazen de hızlarını alamayıp darbe yaparlardı. Şimdilerde ise, Mustafa Kemal’in Asker olmaya can attıkları anlaşılan kimi ilahiyatçılar durumdan vazife çıkarıp Müslümanları tehdit ediyorlar. Her biri sanki birer Sabiha Gökçen ve birer Kılıç Ali... Demek ki, olası bir darbenin ilahiyatçı ayağı emre amade!

Pespayeliğin, insanlıktan çıkmışlığın ve ilme saygısızlığın endazesini görüyor musunuz?

Müslüman olsun veya olmasın, zerre kadar vicdanı olan herkes karınca kadarınca işgalci İsrail’in aylardır yapmakta olduğu soykırıma karşı bir şeyler yapmanın çabası içinde iken, bu ilahiyatçıların İslam Şeriatına karşı bayrak açmasını nasıl okumalıyız?

Örneğin, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına azıcık onurla, izzetle ve adaletle girelim adına, yöneticileri ve toplumu azgın azınlığın geçen yüzyıl boyunca Laiklik adına yaptığı zulümlerle ve uyguladığı inkâr politikalarıyla yüzleşmeye çağıracaklarına, o azınlığın tetikçiliğine soyunuyorlar. Sizce de Allah’ın Şeriatından Atatürk’ün Şeriatına çağırmalarının başka bir anlamı var mı?

Gerçi Müslüman olmamız, yani tercihimizi Allah’ın Şeriatından yana yapmış olmamız nedeniyle, Cumhuriyeti kurdukları günden beridir kendi şeriatlarıyla tahakküm eden laiklerle eşit olmadığımız gibi bu ilahiyatçılarla da eşit olmadığımızı ve dolayısıyla fikir teatisindeki tartışmalarımızın da eşit şartlar altında olmadığını biliyoruz.

Çünkü yürürlükte olan ve aynı zamanda bu imzacı ilahiyatçıların da savundukları şeriat, onların bizim İlahımıza, bizim Kitabımıza ve bizim Peygamberimize saldırmalarını, itham ve iftiralarda bulunmalarını bir hak ve ifade özgürlüğü olarak görürken, bizim onların şeriatına ve ilahlarına dair gerçekleri söylememize ceza kesiyorlar.

Bu kısa bildirilerinde bile o kadar çarpıtma, itham ve iftira var ki…

Örneğin, İslam Şeriatının günümüzün sorunlarına cevap veremediğini söylemeleri bir ithamdır. Ebu Hanife’yi çarpıtmalarına referans yapmaları yetmezmiş gibi, Ebu Hanife’nin şehadetinin de İslam Şeriatı uğrunda olduğunu da görmezden geliyorlar.

Başlığa taşıdıkları, “şeriat, İslam demek değildir” sözü ne kadar doğru ise, İslam Şeriatının gönümüzün sorunlarını çözmekten uzak olduğunu söylemeleri de o kadar yanlış ve yalandır!

Kendileri de pekâlâ bilirler ki, şeriat, bir kanunlar manzumesidir. Ve ayrıca bazı şeriatlar ilahi iken, bazıları da beşeridir. Her din, aynı zamanda birer şeriat, birer kanundur. Beşeri kanunlar da ne tamamıyla ilahi şeriatın karşıtı ne de kendisidirler.

Son olarak, malum ilahiyatçılar ve dahi başkaları istedikleri gibi çarpıtsınlar, İslam’ın şeriatı, bütün hayatı kapsayacak ve zaman içinde çıkacak sorunları da cevaplayacak kadar donanımlıdır. Yeter ki, kişiler onu anlamakta ve yaşamakta samimi olsunlar.

O ilahiyatçılara bir çağrı ile son verelim:

İnsanları çağırdığınız şeriata güveniniz varsa, o şeriatı, o tanrıyı konuşmayı ve tartışmayı suç sayan kanunun kaldırılması çağrısında bulunun ki, biz de sizin şeriatınız ve tanrınız hakkındaki gerçekleri hapis, işkence ve ölüm korkusu olmadan konuşup tartışabilelim.

Söz; sizler gibi gerçekleri çarpıtmayacağız ve sizler gibi itham ve iftiralarda bulunmayacağız. Sadece yüz yıldır söylemediğiniz ve söyletmediğiniz gerçekleri kamuoyu önünde tartışacağız.