• DOLAR 34.502
  • EURO 36.428
  • ALTIN 2867.961
  • ...

Filistin-Gazze, Belucistan ve Kürdistan...

Birbirinden uzak beldeler ve birbirinden ayrı halklardır, ama kaderleri hemen hemen aynıdır.

Her üç yere de namahrem eli değdiğinden beridir kin, kan ve zulüm eksik olmamıştır. Zalimler zaman içinde el değiştirseler de güç sahibi olanlar zulümlerine devam ettiler.

Filistin ve Kürdistan, yüzlerce yıl boyunca Osmanlı idi ve Osmanlı sınırları içinde yaşayanlar, görece olarak güven ve barış içinde yaşadılar. Zaman içinde yaşanan olumsuzluklar elbette ki vardır, ama toplumsal barış ve güven önde olmuştur.

Ancak bu durum Birinci Dünya Savaşı ile birlikte emperyalistlerin lehine ve Müslümanların aleyhine değişti.

Müslümanları kesin bir yenilgiye uğratan Batılıların kendilerini zafer sarhoşluğuna kaptırmadıklarını ve işlerini de oldukça sağlam yaptıklarını da görüyoruz.

Tarihi doğru okuyanlar bilirler ki, Avrupa ülkeleri her ne kadar İtilaf ve İttifak Devletleri olarak birbirilerine karşı savaşa girdilerse de Müslümanlar söz konusu olduğunda, haçlı ruhları her zaman çıkarlarına galip geldi. Bugünden geriye baktığımızda, Müslümanları yenenlerin işlerini oldukça sağlam yaptıklarını görüyoruz. Müslümanlara çok ağır ve dahi kalıcı darbeler vurdular.

Örneğin, dönemsel olarak İslam'ın bayraktarlığını yapan Arapların ve Türklerin inançlarını ve beyinlerini milliyetçilik ile dumura uğratmayı ve birbirine düşman yapmayı başardılar. Yetmedi, ayrı ayrı devletlere böldüler. Yetmedi, her bir devletin başına, halkına düşman, ama kendilerine tabi ve muti krallar, emirler, bakanlar ve cumhurbaşkanları atadılar. Yetmedi, anayasalarında belirleyici oldular.

Filistin'i işgal eden İngilizlerin ilk işleri, bölgedeki tetikçiliğini yapacak bir yapı oluşturmak oldu. İsrail adında kurulan devlete giden süreci işte böyle başlattı. Ve o gün bugündür Filistin kan akıyor.

Belucistan, o zamanlar Osmanlı değildi, ama Müslümanların hâkimiyetinde idi. Afganistan, İran ve Pakistan arasında yaşayan Beluciler kimse ile ne milliyet ne din ve ne de mezhep eksenli sorunlar yaşıyorlardı. Ta ki, dönemin müşahhas şeytanlarından olan İngilizler gelip onları Afganistan, İran ve Pakistan arasında üçe bölünceye kadar... Sonuçta o gün bugündür Belucistan ümmetin kanayan yaralarındandır. Afganistan'ın derdi hep başından aşkın olageldiği için, mazur görülebilir. Ama İran ve Pakistan rejimleri de yükümlülüklerini yerine getirmediler. Zulümleri her zaman adaletlerinin önünden gitti. Ve anılan ülkeler emperyalistlerin hesaplarını boşa çıkaracak bir çözüm üretmedikleri, yani Belucların sorunlarını adalet ekseninde çözmedikleri sürece orada güven ve huzur olmayacaktır.  

Ve kanayan diğer yaramız Kürdistan...

İngilizlerin tetikçileri TBMM'ni dahi işgal edecek kadar yayıldıkları ve etkili oldukları ve dahası, Kürt ve Kürdistan adlarını telaffuz edenleri Türklük ve Müslümanlık adına hain ilan ettikleri için, bu günlerde Kürt ve Kürdistan isimlerini ağza almanın da faili malum veya faili meçhul olaylara davetiye çıkarmak kadar tehlikeli olduğunu elbette biliyoruz. Ama onurlu bir hayatı zelil bir hayata tercih ediyorsak, bu zorluklara da göğüs germek ve gerçekleri anlatmak zorundayız...

Şu bir gerçektir ki, Birinci Dünya Savaşı'nın galipleri, en büyük cezayı da Kürtlere kestiler...

Kürtler, 1071 Malazgirt'te Türklerle yaptıkları ahitlerine ve misaklarına sadık kaldılar diye, dört parçaya böldüler ve deyim yerindeyse, aç sırtlanların önüne attılar. Sırtlan diyoruz, çünkü o zaman Irak, İran, Suriye ve Türkiye'ye tahakküm edenler, halklarına karşı adil olacaklarına, onları dini ve etnik aidiyetleri üzerinden ötekileştirmeyi esas aldılar.

Ve ne yazık ki, hepsi de geçen yüz yıl içinde Kürtlere karşı çok sayıda insanlık suçu işlediler ve envaiçeşit zulüm yaptılar. Denebilir ki, bugün de her birinin Kürtlere olan zulümleri Kürtlere olan adaletlerinden daha fazladır. Irak, İran, Suriye ve Türkiye'nin yöneticileri, düşmanlarımızın yüz küsur yıl önce bize dayattıkları oyunları ve dikte ettikleri milliyetçiliği boşa çıkarıp adaleti esas alacaklarına, ne yazık ki, hala zulümleri adaletlerine ve şiddetleri şefkatlerine galip gelmektedir. Oysa Gazze'yi dillerinden düşürmeyen bu ülke yöneticileri eğer olayları bir bütünlük içinde değerlendirebilseler, göreceklerdir ki, Gazze'de kardeşlerimize karşı soykırım yapanlar, güçlerinin bir kısmını da Irak, İran, Suriye ve Türkiye'nin Kürtlere reva gördükleri haksızlıklardan oluşan zafiyetten almaktadırlar.

Tabii ki, Kürtlerin hala bu kadar zulmü görmelerinde kendilerinin de payı az değil. Kürtler üzerinde genel olarak belirleyici olan şey, cehalet, ihtiras ve bunlardan kaynaklanan sağlıklı düşünememek, kendi lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilememek ve kendilerine efendi diye bellediklerinin elinde bir sopa olmayı kendileri olmaya tercih etmektir!

Örneğin, önümüzdeki 31 Mart Seçimlerinde, Türkiye'deki Kürtlerin ne kadar kendileri ve ne kadar başkaları olduklarını görebileceğiz.

Son sözümüz de, "ben Müslümanım" diyenlerimize olsun:

Bizler, gerçekten de fıtri özelliklerimizi Allah'ın bize bir lütfu ve birer zenginlik olarak gören ve Allah'ın, "vasat ümmet" dedikleri bir topluluk muyuz, yoksa...