Dişçi Nizamettin'den Koyuncu İsmet Baba'ya, oradan Taksim'e güzel bir gün
Geçen Cumartesiden söz ediyorum...
Kızımı diş doktorumuza götürmem gerekince, Pazar günkü yazımı da yetiştiremedim. "Diş doktorumuz" diyorum, çünkü daha önce sadece kendim gitmiştim, ama artık ailece gider olduk.
Diş Doktoru Nizamettin Arık kardeşimizle tanışmamız da tıpkı İsmet Bozdemir, namı diğer Koyuncu İsmet Baba ile tanışmamız gibi, Abdulkadir Turan Hocamız üzerinden olmuştu.
Müşteri memnuniyeti de olunca, tanışmak daimi bir dostluğa dönüşebiliyor. Nizamettin Bey’de de böyle oldu...
1999 yılından beridir Zeytinburnu'nda kendilerine ait Özel Aksa Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniğini işletmektedir. Kendilerine ait dememin nedeni, muhtereme eşinin de diş doktoru olarak çalışıyor olmasıdır.
İşlerinin ehli insanlar, içten gülen yüzler ve ferah bir ortam...
Tabii, hastanelik ve doktorluk işleri için duamız her zaman, "Allah bir daha düşürmesin" şeklinde olsa da hastalandığımızda, ilk başvurduklarımız da yine onlardır. Allah iyi doktorların eksikliklerini vermesin...
Oradan da Koyuncu İsmet Babamıza geldik.
Kızım, geçirdiği diş tedavisinden dolayı birkaç saat yemesi yasak olduğundan, İsmet amcasının ne meşhur kuru fasulyesini ve ne de meşhur kelle paçasını yiyemedi, ama gözlemleyebildiğim kadarıyla İsmet Abinin sohbeti; kendi hayatından ve kitaplardan anlattığı şeyler açlığını da unutturmuştu.
Kulaklarınızla Koyuncu Babayı pür dikkat dinlerken, gözlerinizle kitapları süzmek... Gerçekten de büyük bir nimet...
Oradan da ver elini Taksim...
Taksim Camii'nde namazımızı kıldıktan sonra İstiklal Caddesi'ne çıktık. Buradaki tramvaya binmek her ikimiz için de bir ilk idi...
Buranın sadece tarihi binaları değil, caddelerindeki insanlar da sizi alıp tarihe, yani Osmanlı Dönemine götürüyor. Aradaki fark, o zamankilerin yerli, şimdikilerin de yabancı olmalarıdır.
Taksim'den sahile doğru inerken başka bir güzelliğine şahit oluyorsunuz İstanbul'un. Önünüzde deniz ve biraz ötede Küçük Asya... Kıtadan kıtaya bakışabiliyor ve birbirinize göz kırpabiliyorsunuz. Ki bunlar da Yaratıcının İstanbul'a layık gördüğü tabii ve vehbi özelliklerdendir.
Ev yolunda vapura binip, daha güzel bir manzara için kendimizi güverteye attığımızda, dostlarla geçirdiğimiz bu güzel güne ve İstanbul'un bu doyulmaz güzelliklerine bir leke gibi düşen şey ise adım adım ve semtten semte şahit olduğumuz ihanetlerdi. Hangi partiden olurlarsa olsunlar, herhalde bütün belediyelerin üzerinde %100 ittifak ettikleri tek şey, İstanbul'a ve İstanbullulara ihanet olsa gerekir. Bu yönüyle dünyada İstanbul gibi talihsiz bir şehir var mı, sanmıyorum...
İyisi mi, biz soluğu Koyuncu İsmet Babanın tekkesinde alalım. Ve pişirdiği acılı kelle paçadan veya kuru fasulyeden sonra silueti bozulmamış İstanbul'u onun yüreğinden dinleyelim...