• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Son birkaç yazımızın konusu, Avrupa’daki Kur’an yakma eylemleri ve Avrupa hükümetlerinin “ifade özgürlüğü” adına bu eylemlere olan açık destekleri ve hatta teşvikleri idi.

Onları bu kötülüklerinden caydıracak olağanüstü bir gelişme olmadığı takdirde, Avrupa’daki Kur’an yakma eylemleri devam edecektir. Çünkü bu, Avrupalıların yeni geliştirdikleri ve buradan hareketle hem kendi içindeki Müslümanların ve hem de İslam ülkelerinin tepkilerini ölçmek için geliştirdikleri yeni bir politikadır.

Onların Kur’an yakma eylemine Müslüman bireyler, dernekler, partiler ve ülkeler olarak bazı tepkiler veriyoruz, ama bu tepkilerimizin onlar nezdinde bir sinek vızıltısı değerinde bile olmadığını ve hatta onları daha bir cesaretlendirdiğini de bilmemiz gerekir. Çünkü biz Müslümanların Kur’an ile yaşadığımız çelişkiler, onları Kur’an yakma eylemlerinde ısrar ettirecek kadar büyüktür.

Bunun içindir ki, bu kez Avrupalıların Kur’an yakma eylemlerini değil de kendimizin Kur’an ile çelişen hal ve eylemlerimiz üzerinde duracağız. Çünkü her ne kadar kendi gerçekliğimizle yüzleşmekten kaçsak da Avrupalıları Kur’an yakmak konusunda cesaretlendiren de bizim zelil halimizdir!

Bu zelil halden gafil olanlarımız olduğu gibi, şükür ki, bu halimizi sorgulayanlarımız ve bu halden kurtulmanın çabası içinde olanlarımız az değil. Tıpkı bir dostumuzun, “Kur’an yakma eylemlerine nasıl cevap vermeliyiz?” başlıklı yazımıza binaen, “Peki, Kur’an’ın hükümlerini uygulamayan İslam ülkelerine nasıl bir cevap vermeliyiz?” diye sorması gibi…

Evvela kendimizden başlayarak esnafımızın, dernek, vakıf, cemaat ve partilerimizin Kur’an’ın neresinde olduğumuza bir bakalım ve ikinci olarak da adı İslam olan ülkelerimizin Kur’an’ın neresinde olduklarına bakalım.

Sizce de ciddi bir benzerlik ve paralellik yok mu?

Kur’an ile ilişki bağlamında devletin (ve bir de güçleri yettiği oranda devleti yönetenlerin) yönetilenlerden farkı şudur: Kur’an, öğrenilmesinin, öğretilmesinin ve ona iman edenler tarafından kısmen yaşanmasının dışında yasak bir kitaptır. Devletin Anayasası da hükümetlerin çıkardıkları yasalar da Kur’an’a rağmendir.

İslam ülkeleri içinde bunun istisnalarının olup olmadığını da sizler öğrenebilirsiniz.

Bireylerin de yasalarının ve anayasalarının olduğunu söyleyebiliriz. Ki bunlar da ihtiyari olarak söyledikleri ve yaptıkları şeylerdir. Dolayısıyla nerede olursak olalım, Kur’an’ın biz Müslümanların hayatındaki yeri de sözlerimizde ve işlerimizde ona uyduğumuz ve ona yer verdiğimiz kadardır.

Mesela ülkemiz Türkiye’yi alalım… Devletin anayasası Kur’an’a rağmen olduğu için, icraatlarının da Kur’an’a aykırı olması, tasvip etmesek de anlaşılır bir durumdur ve kendisi ile çelişmemektedir. Buna karşılık toplumun çoğunluğunu oluşturan Müslümanlar ile Kur’an arasında ciddi bir çelişki görüyoruz. Çünkü üreticisinden tüketicisine, tacirinden siyasetçisine, öğreteninden öğrencisine ve yöneteninden yönetilenine kadar hepsinin sözlerinin ve işlerinin çoğuna rengini veren şey Kur’an değildir!

Kur’an’a inanmayanların onu yakmasında bir çelişki yok, ama Müslümanların Kur’an’ın bazı hükümlerini ihtiyari olarak çiğnemeleri ve rejimlerinin ise Kur’an ile savaş halinde olmaları, çelişkiden de öte itikadî bir sapmadır! Bugün öyle bir haldeyiz ki, kendi aramızda bile birbirimize iyiyi söyleyemiyor ve yekdiğerimizi kötülüklerden sakındıramıyoruz. Yukarıda Avrupalıların Kur’an yakma eylemlerinin devam edeceğini söylememizin nedeni de işte bu halimizdir. Unutmayalım ki, bizler söz ve eylemlerimizde Kur’an’a yer verdiğimiz ve Kur’an ile savaş halinde olan rejimlerimizi de Kur’an ile barıştırabildiğimiz oranda ancak kutsallarımıza hakaret edenlere hadlerini bildirebiliriz.