Neden mi Avrupa’dayız?
Takip edenleriniz biliyordur, Avrupalıları hem eleştirdiğimiz ve hem de takdir ettiğimiz oluyor. Ama ne yazık ki, her iki halde de maksadını aşan yorumlara ve hak etmediğimiz eleştirilere maruz kalıyoruz. Bir cenah takdirlerimizi “Avrupalılara karşı bir eziklik” olarak tanımlarken, diğer cenah da “Madem Avrupalılar kötü, ne diye burada yaşadığımızı” sorguluyorlar. Maalesef her ikisi de muhakemelerinden önce akıl süzgecinden geçirmedikleri duygularıyla hareket ediyorlar.
Bazı takdirlerimiz kendi ülkelerimizle, yani İslam ülkeleriyle yaptığımız kıyaslar nedeniyledir. Örneğin, şimdi yaşadığımız Avusturya’nın mahkemeleri ile Türkiye mahkemelerini karşılaştırdığımızda, Avusturya mahkemeleri daha güvenli gelmektedirler. Avusturya Eğitim Sistemi ile Türkiye Eğitim Sistemini karşılaştırdığımızda, Türkiye Eğitim Sistemi kelimenin tam anlamı ile ırkçı görülmektedir. Mesela ortaöğretimde en az 5 milyon Kürt öğrencinin olduğu Türkiye’de okullardaki Kürtçe seçmeli ders veren öğretmen sayısının Avusturya okullarında okuyan ve sayıları en fazla 15-20 bini Türk öğrencilere ders veren öğretmen sayısından azdır. Hakeza alın terine saygı, ehliyet ve liyakat gibi konularda da Avrupalılar daha öndedir. Bu karşılaştırmalar neticesinde tarafların olumlu yönlerini takdir etmemizden ve olumsuz yönlerini de eleştirmemizden daha doğal ne olabilir?
Düşünceyi ifade özgürlüğü konusunda da ne yazık ki, İslam ülkeleri ağır kusurlu ve ağır özürlüdür. Bu konuda da Avrupalıların eleştirdiğimiz yönleri, İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda, bu ifade özgürlüğünü hakarete ve ötekileştirmeye kadar vardırmalarıdır.
Avrupalıların eleştirdiğimiz diğer yanları da ana hatlarıyla şunlardır:
Avrupalıların kendi içindeki inançlara, etnik ve dini aidiyetlere bakışları ve onları değerlendirmeleri aynı değildir. Bu bağlamda en fazla hakaretlere maruz kalan inanç İslam iken, gerek sözlü ve gerekse fiziki olarak en fazla hakaretlere maruz kalanlar da Müslümanlardır. Mesela, Kur’an’ı yırtma ve yakma eylemlerini sıradan bir ifade özgürlüğü olarak tanımlayan Avrupalıların, Tevrat’ı yırtmak veya yakmak gibi bir eylemi derhal antisemitizm olarak tanımlayıp cezalandırırlar.
Avrupalılar, demokraside görece bir seviyeyi yakalamışlar ve her parti oy aldığı oranda temsil hakkına sahip olduğu gibi, iktidar olmasının önünde de bir engel yoktur. Avrupalılar, kendileri dışındaki ülkelerin de demokrasiden yararlanmalarını istemezler. Örneğin, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi bazı ülkeleri demokrasi ile korkuturken, Cezayir, Mısır ve Türkiye gibi ülkelerdeki demokratik sonuçlara karşı da darbe yaparlar. Daha açık söylemek gerekirse, Avrupalılar, kendileri dışındaki ülkelerin demokratikleşmesini istemezler. Çünkü şeffaflaşan bir ülkenin kendi etki ve sömürü alanından uzaklaşacağını biliyorlar.
Avrupalılar, insan hakları konusunda da kelimenin tam anlamıyla ikiyüzlüdürler. Avrupa ülkeleri dışındaki hak ihlallerine yaklaşımlarında adaleti veya uluslararası hukuku değil, kendi çıkarlarını esas alırlar. Örneğin, Avrupalılar, bugüne kadar İsrail’in işlediği cinayetlerin ve gerçekleştirdiği katliamların hiçbirini dillerinden düşürmedikleri hukuka göre eleştirmemişlerdir. Birleşmiş Milletlerin İsrail İşgallerini mahkûm eden kararlarını da tıpkı görmezden gelmişlerdir.
Kimimiz doğduğu yerde ve kimimiz de cebri veya ihtiyari olarak dünyanın başka bir yerinde yaşamımızı devam ettiriyoruz. İdeal olanı, herkesin arzuladığı yerde ve insanca yaşayabilmesidir. Fakat haddizatında mümkün olan böyle bir hayat, ellerindeki gücü kötüye kullanan insanların yüzünden gerçekleştirilemiyor. İşte Avrupalılar burada da karışımıza çıkıyor. Ki bizim eleştirilerimizin bir kısmı da Avrupalıların ellerindeki gücü kötüye kullanmalarınadır.
Örneğin, Avrupalılar göç kabul etmekle o insanlara karşı karşılıksız bir lütufta bulunmuş olmuyorlar. Aksine onların ülkelerini sömürmeyi ve evlerini başlarına yıkıp göçe zorlamayı yeterli görmeyip, bir de onları kendilerine işçi yapıyorlar. Şöyle bir bakınız… Afganistan’dan Suriye, Irak, Libya ve daha nice ülkelere kadar işgal edenler, sömürenler kimdir? Türkiye’den Mısır’a, Tunus’a ve Sudan’a kadar darbe yapanlar veya yapılan darbelerin içinde olanlar ve sadece son 50 yılda milyonlarca masum insanı öldürenler kimdir? Daha dün Bosna’da ve hem de kendilerine sığınan binlerce masum insanı soykırımdan geçirenler kimdir? Dolayısıyla bizim Avrupa’da yaşıyor olmamız veya Avrupalıların bize oturma izni veya vatandaşlık belgesi vermeleri, bir lütuf değil, gasp ettikleri haklarımızdan birazını iade etmeleridir. Kaldı ki, bizler bu ülkelere yük değiliz, aksine onların yüklerini paylaşanlar ve hatta onlara hayat verenleriz.
Sonuç olarak, dünyanın neresi olursa olsun, bütün yeryüzü Allah’ın kullarına bir lütfu ve emanetidir. Nerede yaşıyor olursak olalım, kimseye bir minnet borcumuz yoktur. Fakat şu yükümlülüğümüz var: Dünyanın neresinde olalım, yani hangi ülkede yaşıyor olursak olalım, oradaki herkesi olduğu gibi tanımalı, kendimiz için beklediğimiz saygıyı onlara duymalı ve tasvip etmediğimiz şeylere olan karşıtlığımızı da meşru yol ve yöntemler çerçevesinde ortaya koymalıyız. Ancak bu şekilde izzetimizi koruyabiliriz.