Zilleti gidermediği sürece seçimin galibi olmanın bir anlamı var mı?
Bu sorumuzun muhatapları özlerinde birdir, aynıdır. Ve bu muhataplar, bu rejimin kendilerini dini ve etnik aidiyetleri üzerinden “mürteci” ve “bölücü” diye tanımlayıp ötekileştirdiği ve daha açıkçası “iç düşmanlar” olarak görüp o şekilde muamele yapageldiği Müslümanlardır.
Malumumuz, kâğıt üzerindeki resmi kayıtlara göre, toplumun %99’unu Müslümanlar oluşturmaktadır. Bununla birlikte bu yüzdeliğin bir kısmının kendi rızalarıyla dinden çıktığı da diğer bir gerçekliğimizdir. Fakat buna rağmen kendi özgür iradeleriyle “ben Müslümanım” diyenlerin hala toplumun ezici çoğunluğunu oluşturduğu da şüphesizdir.
Amma velakin, iliklerimize kadar yaşadığımız gibi, çoğunluk oluşumuz, bizi içinde debelendiğimiz bu zilletten kurtulmaya yetmiyor.
Mesela seçimler çerçevesinde konuşalım… Bizi yönetmek iddiası ve çabası içinde olanların çoğu, kendilerini Müslüman olarak tanımlıyor olmalarına rağmen çabalarının merkezinde adalet olmadığı gibi, birbirileriyle olan ilişkilerinin merkezinde de İslam kardeşliği yoktur. Peki, ya kendilerini Müslüman olarak tanımlayan seçmenler, seçtikleri kişilerin emanete riayet, adalet, ehliyet ve liyakat gibi bir yöneticide olması gereken özelliklere sahip olup olmadıklarına yeterince dikkat ediyorlar mı?
Nereden bakarsak bakalım, gördüğümüz manzara, zilletin resmidir!
Biz Müslümanlar hakkı söylemek, hakkı yaşamak ve hakkı sahibine vermek gibi konularda Müslümanca bir duruş sergileyeceğimize, ne yazık ki, hala enerjimizin önemli bir kısmını “siz mürtecisiniz”, “yok biz mürteci değiliz”, “yok siz bölücüsünüz”, “yok biz bölücü değiliz”, “yok diliniz Kürtçeyi konuşuyor olmanız neyinize yetmiyor?”, “yok anadilimizde eğitim istiyoruz” ve daha nice içini doldurmaktan korktuğumuz sorularla boğuşuyoruz. Bundan daha büyük bir zillet olur mu?
Bizim birbirimize olan şiddetimiz, birbirimize olan merhametimizi bastırdığı sürece bu zilletten ve bu azgın azınlığın tahakkümünden kurtulmamız ve insanca, yani izzetimizle, şerefimizle ve haysiyetimizle yaşamamız mümkün mü?
Dün olduğu gibi bugün de Müslümanlar olarak en büyük sorunumuz, gücümüzün çoğunu inancımızın hilafına harcıyor olmamız ve kendi aramızdaki işlerin bile çoğunda bile inancımızı hakem olarak kabul etmeyişimizdir! Bu da doğal olarak beraberinde zilleti getiriyor.
Evet, azgın azınlığın aralıksız olarak yapageldiği saldırılara kızalım, ama ezici çoğunluk olduğumuz halde, neden bu zilleti yaşadığımızı da sorgulamalı değil miyiz?
Geçelim sorgulamayı, bu zilletimizi Cumhuriyetin ikinci yüzyılına da taşımıyor muyuz?
Milletin 28 Mayıs’ta kendi Cumhurbaşkanını da seçmesiyle birlikte, böylece Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk hükümetini de seçmiş olacağız.
Gördüğümüz amelleri ve icraatları nasıl olursa olsun, ama sonuçta kendi rızalarıyla ve kendi özgür iradeleriyle “ben Müslümanım” diyenlerin parlamentoda çoğunluğu oluşturdukları bir gerçektir. Çoğunluk olmasına çoğunluk da önemli olan, bu çoğunluğun başta onlar olmak üzere, Müslümanlara izzet getirip getirmediği değil mi?
Gelin seçimlerin galibinin kim veya kimler olduklarını bir de şimdiki fiili durumumuz üzerinden değerlendirelim…
Bir tarafta, sayıca az olmalarına rağmen Cumhuriyetin ilk yüz yılı boyunca ülkenin anayasalarını yapan… İster iktidarda olsunlar veya ister muhalefette, ama her zaman kendilerini devletin sahibi ve rejimin bekçisi olarak gören… Müslüman toplumu dini ve etnik aidiyetleri üzerinden ötekileştirip birbirine düşüren ve onlara her türlü haksızlığı ve hakareti bir hayat tarzına dönüştüren ve aynen bu hal üzere Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girenler...
Diğer tarafta, Cumhuriyetin ilk yüz yılı boyunca o azınlık tarafından katliamlardan hak gasplarına kadar envaiçeşit zulümlere ve insanlık suçlarına maruz bırakılan… Dini ve etnik aidiyetleri nedeniyle ötekileştirilen… Kimisi mürteci ve kimisi bölücü diye aşağılanan… Çoğunluk olmalarına rağmen iradelerini idarelerine yansıtmaktan aciz olan… O azınlığın azgın saldırılarına karşı hala onurlu bir duruş sergileyemeyen ve bu hal üzere Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girenler!
Temennimiz, seçilenlerin milletin emanetine riayet etmeleri ve söz verdikleri gibi yapacakları bir anayasa ile milletin iradesini idaresine de hâkim kılmalarıdır. Aksi halde Cumhuriyetin ikinci yüzyılında da payımıza düşen zillet olacaktır!