• DOLAR 34.55
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Kimim ve neyim?

Kimin yanındayım ve kimin ve neyin karşısındayım?

Bu sorular bugün yeryüzünde sekiz milyarı aşkın insan da aynı olduğundan, bir de çoğul olarak soralım: Kimiz ve neyiz? Kimin-neyin yanındayız ve kimin-neyin karşısındayız?

Bu iki ana sorunun iki de ana cevabı vardır. Kim olduğumuza dair sorunun cevabını bizim dini aidiyetimiz oluştururken, ne olduğumuza dair sorunun cevabını da etnik-milli aidiyetimiz oluşturur.

Tabii, soruların da cevaplarının da bunlardan ibaret olmadığı ve cevabı doğru verilmemiş her sorunun bir sorun olduğu da bilinmelidir. 

Din, bizim özgür irademizle yaptığımız bir seçimdir. Buna karşılık milliyet, tıpkı ebeveynlerimiz gibi bizim seçme hakkımızın olmadığı ve doğuştan olan bir aidiyetimizdir.

Bizim bir şeyi seçebiliyor olmamız, istediğimiz an ondan vazgeçebileceğimiz anlamına da gelmektedir. Bu, din başta olmak üzere seçtiğimiz her şey için geçerlidir. Kabul ve retlerimiz açıktan olduğu gibi, bazen gizli yani kalpten de olabilir.

İnsan neye inanırsa inansın ve ne yaparsa yapsın, bunları kendi menfaatine gördüğü için inanıyordur ve yine kendi menfaatine gördüğü için yapıyordur. Bu menfaatin meşru mu gayrimeşru mu olduğu ayrı bir konudur. Bunun da ölçüsü, o dinin ve işlenen fiillerin insanın fıtratına ve onun temel haklarına yararlı mı veya zararlı mı olduğudur. 

Tekrar dönelim başa; ben kimim ve biz kimiz? Ve ben neyim, biz neyiz?

Ben Müslümanım ve biz Müslümanız! İnanç bakımından dünyanın üçüncü büyük topluluğuyuz.

İman ediyoruz ki, İslam, son ilahi din ve insanlık için en iyi, en mükemmel bir yaşam tarzıdır. İman ediyoruz ki, İslam, bütün insanlar için can, mal, akıl, nesil ve ırz güvenliğidir.

İman ediyoruz ki, İslam; barıştır, güvendir ve adalettir!

Ama şunu da biliyoruz ki, her din gibi İslam da edilgendir, onu etken hale getirecek olan da ona inananlar, yani bizler olduğumuza göre, öyleyse biz İslam’ın neresindeyiz veya İslam hayatımızın neresindedir?

Aralıklarla kısa kısa dönemler dışında İslam’ı toplumsal hayatımıza geçirebildiğimizi söyleyemiyoruz. Müslümanların tarihteki hâkimiyetlerinin diğer toplulukların hâkimiyetlerine kıyasla çoğunlukla daha iyi olduğu doğrudur, ama bu doğru, Müslümanların İslam’ı hakkıyla ve layıkıyla yaşadıkları anlamına gelmemektedir. Burada arzuladığımız ve kast ettiğimiz tabii ki, İslam’ın dört dörtlük ve mükemmelce yaşanması değildir. İlk dört halifenin zamanında bile o kadar sorunun yaşanmış olması da Müslümanca yaşamanın kolay olmadığını göstermektedir. Ancak bu zorluğun İslam’ın kendisinden değil de her zaman biz Müslümanlardan kaynaklandığı da bir gerçeğimizdir.

Bugün de gerek ülkemizde ve gerekse dünyanın hemen hemen her yerinde toplumsal hayatımızın inancımızla örtüşmediği bir dönem yaşıyoruz. İster adı İslam Ülkesi olsun ve ister anayasası şeriat olsun, hiçbirinde insanların can, inanç, mal, nesil ve ırz güvenliği İslam’ın emrettiği ölçülerde değildir. Bunu da geçtik, Türkiye başta olmak üzere çoğunun anayasası da İslam’a açık bir savaş ilanı gibidir.

Müslümanlar olarak hemen hemen her yerde yaşadığımız bu zillet hali de inancımızı kendi bireysel hayatımıza yansıtmamamızın bir sonucudur.

Çünkü bizi biz yapan “iyi olanı yapmak-emretmek ve kötü olanı yapmamak-ondan sakındırmak” görevimizi ifa etmiyoruz.

Üçüncü bir dünya savaşı yaşamadık, ama bütün Müslümanlar ve bütün İslam ülkeleri olarak kimi yerlerde doğrudan ve kimi yerlerde ise dolaylı olarak bir savaşın içindeyiz.

Bu savaş bazı yerlerde kendi aramızda olurken, çoğu yerde de küffarın saldırıları ve işgalleri şeklinde devam etmektedir. Dilimiz söylemeye varmıyor, ama yeryüzünde en ucuz ve dahi fazla akan kan biz Müslümanlarındır! Sadece son 50 yıldaki kayıplarımızın binlerle, yüz binlerle değil milyonlarla ifade edilmesi de bunun ispatıdır.

Bu zilleti ümmet olarak o kadar kanıksamışız ki, değil uykularımızın kaçması, deyim yerindeyse, kılımızı dahi kıpırdatmadığımızı söylersek abartmış olmuyoruz.

Yine her şey dönüp dolaşıyor kişinin bireysel kararına… Bireyler olarak neyi istiyorsak ve hangi yöne karar kılıyorsak, toplum olarak da o yöne doğru yol alıyoruz.

Gelelim Türkiye özeline…

Toplumun ezici çoğunluğu olarak Müslümanız, ama İslam’ı tanımayan bir anayasa ile yönetiyoruz, yönetiliyoruz. Bununla birlikte ister kamusal alanda ve ister genel işlerimizde ve ilişkilerimizde olsun, hayatımıza rengini veren şey, gayrimeşru fiiller ve uygulamalardır. İddiaları ne olursa olsun, iktidar değişiklikleri de kısa dönemler dışında işe yaramamaktadır. Bu da demektir ki, insanların çoğu şahit oldukları kötülüklerden onları alıkoyacaklarına, ya susuyorlar ya da kendi süfli çıkarları gereği o kötülüklere ortak oluyorlar.

İşte bugün de böyle bir havada seçime gidiyorken, tercihimiz kim olmalı?

Bir tarafta onca katliamların faili, inkâr politikalarının mimarı ve dahi ırkçı olan CHP ve diğer tarafta, her zaman eleştirdiğimiz icraatlarının yanında zulmün surlarında birkaç gedik açmış olan ayrıca toplumun yararına birçok icraatı olan AK Parti. Bu durumda tercihim Cumhur İttifakı ve devrimci adımlarını selamladığım Sayın Erdoğan’dır!

Tekrar edeyim, ne CHP’ye karşıtlığım onların iyi icraatlarını da reddettiğim anlamındadır ve ne de Cumhur İttifakını ve Sayın Erdoğan’ı tercihim onların yanlışlarını da tasvip ettiğim anlamındadır. Köhne rejimlerden kurtulup irademizi idaremize yansıttığımız günleri görmenin azmi ile…