• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
SON DAKİKA

Bazen insan bir şeyi duyunca, görünce veya hatırlayınca donakalır ya, işte ben de 6-8 Ekim tarihlerinde gerçekleştirilen vahşetleri ve o masum insanların nasıl katledildiklerini hatırladıkça, bir an öyle donakalırım. Bu donakalma hali, bilincin de kaybolması değildir. Aksine bilincin ve duyguların bir noktada temerküz etmesi ve yoğunlaşmasıdır.

Kanlı bir coğrafyada doğmak, kanlı bir coğrafyanın çocuğu olmak, kanla yoğrulmuş bir tarihle yetiştirilmek, hayatı boyunca kanlı hikâyeler ve kanlı yaşanmışlıklar dinlemek ve yine hemen hemen hayat boyunca kanlı olaylara veya en azından kan kokan olaylara şahit olmak…

Tabii, kanın olduğu yerde de korku, zulüm, vahşet, işkence, sürgün ve daha neler olmaz ki…

Sorunlarımız saymakla bitmez, ama hayati derecede önemli olan ve birçok zilleti yaşamamızda belirleyici olan sorunlarımızdan biri de tarihimizi yazmaktaki ve yaşadıklarımızı dönemin araçlarıyla iyi bir şekilde kayıt altına alıp bizden sonrakilere emanet ve miras olarak bırakmaktaki acizliğimizdir.

Uzağa gitmemize gerek yok… Sadece son yüz yılda, yani Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bugüne kadar yaşadığımız o kadar olay var ki… Değil düzine düzine kitaplar, kütüphaneler dolusu kitaplar yazsak bile ancak bu yüz yılda yaşadıklarımızın tarihini hakkıyla yazmış oluruz. Ama ne yazık ki, gönül rahatlığıyla okuyabileceğimiz, okutabileceğimiz eserlerimiz o kadar az ki…

Hatta hakkımızdaki hemen hemen her konuda bizim dışımızdakilerin bizim hakkımızda yazdıkları bizim yazdıklarımızdan fazladır.

Failleri ve külfeti ile zahmetini çekenlerinin bir kısmı hala hayatta oldukları için Akıncılar Hareketini örnek alalım. Bu ülkenin insanlarının ve özellikle gençlerinin birbirine kırdırıldığı ve on binlercesinin hayatını yitirdiği olaylarda sadece Müslüman oldukları için hem rejimin ve hem de karşıt grupların zulümlerine maruz kalanlar vardı. Gördükleri sürgünlerin, hapislerin, işkencelerin dışında bir de niceleri şehit edildiler.

O döneme baktığımızda da en fazla eser bırakanların solcular olduklarını görüyoruz. Milliyetçi kesimin de dişe dokunur eserleri var. Ama MTTB -Akıncılar Hareketine mensup olanların ortaya koydukları eserlere baktığımızda, ödenen bedellere oranla bir hiç olduklarını söyleyebiliriz. Hatta kendilerine iktidarın yolunu açan bir Başörtüsü mücadelesinin bile yazılı ve görsel destanlarını yazmaktan aciz kaldılar.

Ve kim bilir belki bugün çoğu, bir zamanlar omuz omuza mücadele ettikleri Metin Yüksel’lerin ve Sedat Yenigün’lerin ne isimlerini anmak ve ne de onlarla anılmak istiyorlar.

Çünkü sahip oldukları makamları, mevkileri, sermayeleri var ve bir de hala elde etmek istedikleri…

Diğer bir karşılaştırmamız da Gezi Olayları olsun. Kendi açımızdan belki de hiç önemsemediğimiz o eylemlerden bile en az 30 kitap yazdıklarını biliyorum.

Hülasa, sanat yönünü değerlendirmek benim alanıma girmiyor, ama mücadele hayatımızdan bir kesiti görsel bir esere dönüştürdükleri için, 6-8 Ekim Katliamını filmleştirenleri ve maddi ve manevi katkıları olan herkesi candan tebrik etmeyi bir görev biliyorum.

Temennim oldukça zayıf olduğumuz bu alanda en azından inancımızdan dolayı maruz kaldığımız zulümleri ve tabii ki Müslümanca mücadelemizi içeren araştırmaların, projelerin, kitapların ve filmlerin gerçekleştirilmesidir.

Filmi izleyiniz, izletiniz. Şehitlerimizin aziz hatıralarını bir nebze de olsa hayatımızda yaşatabilirsek, belki onlara karşı yükümlülüklerimizin de bir kısmını yerine getirmiş olacağız.

Selam olsun Tevhit Yolunun yolcularına ve selam olsun her yerde ve her halükarda Hakk’ı yüce tutanlara ve hak yolunda olanlara…