• DOLAR 34.423
  • EURO 36.335
  • ALTIN 2845.861
  • ...

Başlığı garipseyebilirsiniz, ama en uygunu ancak bu idi. Okuyunca sizlerin de hak vereceğini düşünüyorum…

Avrupa arşivlerine girdikçe… Bu arşivlerin nasıl korunduklarını ve kendilerini nasıl geliştirdiklerini gördükçe… Ve her geçen zaman neler ürettiklerini öğrendikçe aklıma hemen Osmanlı Arşivi gelir ve beni bir hüzündür tutar. Bu hüznün nedenleri çok ama ben Osmanlı Arşivinin yetkilileriyle bizzat yaşadığım üç olay ile arz etmek istiyorum.

Birileri bana, “arşivi tek kelime ile tanımlamamı” sorarsa, “hafıza” derim. Bunu kavrayalıdan beridir arşivlere aşığım… Bu aşk da Viyana Üniversitesi’nde 18. Yüzyıl Osmanlı-Avusturya İlişkilerini konu alan doktoramı yaparken başlamıştı. Osmanlı Arşivi ile Avusturya Arşivi arasında birkaç yaz mevsimi boyunca mekik dokumuştum. O gün bugündür artarak devam ediyor. 

Derken, 2010 yılında Türkiye’ye dönüp üniversitede işe başladıktan sonra, iki ülkenin arşivler üzerinden de birbirileriyle ilişkilerinin olması için evvela Osmanlı ve akabinde Avusturya Arşiv yetkilileri nezdinde girişimlerim olmuştu.

İlk ziyaretimi Kâğıthane’deki Osmanlı Arşivine yapmış ve Avusturya ve Almanya arşivlerinden hareketle Avrupa arşivlerinin bizim için ne kadar önemli olduklarına dair brifing gibi bir özet sunmuş ve “belgelerin değişiminden diğer konulara kadar Avrupa arşivleriyle bir temaslarının olup olmadığını” sormuştum. Cevaplarını arşive bir hakaret olarak gördüğüm için buraya alamıyorum.

Sohbetin seyri içinde bana, “bu aralar Osmanlı Sultanlarının Avrupa krallarına gönderdikleri mektup ve benzeri yazışmaları topladıklarını” bildirmesi üzerine, ben de heyecanla, “bu yazışmalardan altı tanesini elde ettiğimi ve diğer birçoğunun da yerlerini tespit ettiğimi, fakat maddi imkânlarım el vermediğinden onları alamadığımı, eğer ödediğim faturalı meblağı bana öderlerse, bütün emeklerimden ve harcadığım zamandan sarfınazar ederek, bu belgeleri kendilerine verebileceğimi” söylemiştim. Ki buna cevabı da ikinci bir hayal kırıklığı oluşturmuştu: “Devletin böyle şeyler için verecek parası olmaz. Siz ya bu belgeleri bize hediye ediniz veya arşiv numaralarını verin ki bilahare Dışişleri Bakanlığı üzerinden temin edelim.”

Tabii ki, ne belgeleri verdim ve ne de yerlerini söyledim. Fakat yine de alicenaplık bende olsun diye kendilerine, “Siz Osmanlı Arşivi olarak sponsor-destekleyici olunuz ve Viyana’nın en saygın salonlarından birinde bu mektuplardan oluşan bir sergi yapalım” diye yaptığım öneriye cevabı da tek kelime ile ibretlik idi: “Buna parasal bir desteğimiz söz konusu olamaz. Ama siz sergiyi yaptığınızda, bizden iki kişiyi davet ediniz. Bütün yol ve konaklama giderleri sizden olmak şartıyla katılırız.”

Birkaç yıl sonra şansımı yeni atanan yetkili ile deneyeyim istedim.

O da çok heyecanlı bir şekilde bana, “bizim adımıza Avusturya Arşivi ile ilk yazışmayı yapınız, hemen temasa geçelim” demesin mi?

Avusturya tarafının bana, “her türlü işbirliğine hazır olduklarına” dair olumlu cevaplarını hemen önce telefon ile ilettim, akabinde de yazışmayı gönderdim. Teşekkür edişine bakılırsa, bir an önce harekete geçecek gibiydi. Ancak üzerinden aylar geçtiği halde bir haber çıkmayınca, aradım. Cevabında bana, “bu işlerin sandığım gibi kolay olmadığını, evvela Dışişleri Bakanlığına yazmaları gerektiğini ve onların verecekleri cevaba göre hareket edebileceklerini” söylemesin mi? Anlayacağınız, hazret aylar veya belki bir yıl sonra lütfedip Dışişlerine bir yazı yazacak da, onların ne zaman verecekleri belli olmayan cevaplarına göre hareket edecekler de…

Naçar, Avusturya tarafına Osmanlı Arşivinin kimi bürokratik engeller nedeniyle yakın bir gelecekte herhangi bir temasa geçemeyeceklerini bildirdim.

Osmanlı Arşivi ile ilgili üçüncü heyecanımı da 2020 yılında yaşadım. 10 yıldır çalışmakta olduğum İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğrencilerime verdiğim, “İstiklal Marşı’nı Kürtçeye çevirmeleri” içerikli ödev nedeniyle ırkçı muameleye maruz kalıp atıldığımdan önce idi. Arşivden bir dostumuz beni arayıp, “Avusturya Arşivinden bir heyetin an itibariyle Arşivde bulunduğunu” bildirince, soluğu orada aldım.

Bu vesile ile her iki arşivin en üst yetkililerini de bir arada gördüm ve güzel bir sohbetimiz oldu. Osmanlı Arşivi yetkilisinin ifadelerine bakılırsa, iki arşiv arasında belge-bilgi değişimini içeren bir mutabakat sözleşmesi imzaladıklarını, beni de sürece dâhil edip beraber çalışmaktan memnun kalacaklarını ifade etti.

Derken, onun da üzerinden yıllar geçti.

Türkiye’de başvurduğum diğer 15-20 üniversite de aynı ırkçı gerekçelerle reddedince, Haziran 2022’de tekrar Avusturya’ya dönmek zorunda kaldım.

Viyana’daki ikinci adresim Avusturya arşivi ile kütüphaneleri olur. Bir ara Doktora döneminden arkadaşım da olan Arşiv müdürünü makamında ziyaret ettiğimde, kendisine, “Türkiye’nin Osmanlı Arşivi ile yaptıkları sözleşmede ne gibi somut adımlar attıklarını” da sorunca, hem güldü ve hem de hafifsetici bir ses tonu ile, “Ach, Türkei” dedi ve ekledi: “Karşılıklı ziyaretleşmeler oldu, ama gerisini getireceklerini sanmıyorum.”

Türkiye ve dahi Osmanlı Arşivi adına o kadar ezildim ki, tarif edemem…

Türkiye’deki kamu kurumlarının ezici çoğunluğu birer krallık gibi yönetilirler. Şatafatta, protokollerde ve iş yapıyor görüntüsü vermekte üzerlerine yoktur!

Hele hele Osmanlı Arşivi için iş yapıyor görünmek çok daha kolaydır. Yüz milyonu bulan belgelerde neler yok ki…

Geriye kalıyor Müdür hazretlerinin alt memurlarına bu belgeleri toplatıp kendi adı ile yayınlatması… Önsözünü bile kendilerinin yazmaları gerekmez. Yaverlerinin hazırladıkları önsöze lütfedip bakmaları bile yeterlidir. Canlı yayınlarla ve diğer basın-yayın organları üzerinden şu veya bu ülkenin arşivleri ile yaptıkları sözleşmeleri ve çalışanlarına hazırlattıkları eserleri kamuoyu ile paylaştılar mı, gözlerine kestirdikleri yeni makamları da garantilemiş olurlar. Geriye kalıyor kendilerini “Sayın Cumhurbaşkanımızın tensiplerine mazhar olacaklarını” sağlayacak referansları ayarlamak!

Elimde değil, şu özlemleri de duymuyor değilim: Cumhuriyet Döneminin en ırkçı ve dahi en vesayetçi dönemini yaşayan üniversitelerin yöneticilerinin ve bir arpalık gibi eşe dosta peşkeş çekilen Osmanlı Arşivinin yetkililerinin turistik seyahatler şeklinde değil de, bir bilim insanı vakarıyla Avrupa üniversitelerine ve arşivlerine girdiklerini görmek veya duymak…

Sonuçta onlar işgal ettikleri makamlarda kalmanın veya bir üst makama tırmanmanın yolunun akademik çalışmalardan değil, güçlü referanslardan veya Karadenizli olmaktan geçtiğinin bilinci ile gece gündüz demeden “Türkiye Yüzyılı” için (!) çalışadursunlar, bizim gibi “Kürtçülere” ve “Bölücülere” de bir tutam hüzün ve bir de “Ach, Türkei” demek kalıyor.