Yardım edenlere şükran ve keyfi uygulamalara isyan ile…
On binlerce insanımızın şehadetine neden olan 6 Şubat 2023 tarihli ve Pazarcık-Kahramanmaraş merkezli depremin verileri toplandıkça, bunun yüzyılın değil, yüzyılların bir felaketi olduğu gerçeği de gün yüzüne çıkmaktadır.
Allah’ın yeryüzü için koyduğu sünnetlerden biri olması nedeniyle, dikkat ederseniz, kişi neye inanıyorsa inansın, konu bu ve benzeri afetlere geldiğinde, hepsinin yolu bu hakikate teslimiyet noktasında kesişiyor. Bu gibi durumlarda bizim dikkat etmemiz gereken husus, bu afetlere hazırlıklı olup olmadığımızdır. Çünkü bazı afetler var ki, kötülerin ihmalleri ve dahi ihanetleri neticesinde birkaç kat daha zararları olur. Ama daha önce de söylediğimiz gibi, günü geldiğinde, bu afetin ihmal ve ihanet boyutlarını da sorgulayacağız inşallah.
Sadece Türkiye’nin değil, başta İslam Dünyası olmak üzere bütün dünyanın bu afete odaklandığı ve hangi din ve milletten olursa olsun, gerek şahıs, dernek ve vakıflar ve gerekse devletler düzeyinde canlarıyla ve mallarıyla yardıma koştukları ve dua ettikleri malumumuzdur. Evvela bu felaket nedeniyle insanlık noktasında buluşup yardımlarını esirgemeyen herkese şükranlarımızı arz ediyor ve bu duyarlılığımızı büyüterek daimi kılmanın kendi elimizde olduğunu hatırlatıyoruz.
Bizim isyanımız, kimi yetkililerin insanlarımızın güvenini sarsan ve dahası onları tahrik etmenin aracına dönüştürülebilecek ve hatta dönüştürülen keyfi uygulamalarınadır.
Eğer bu keyfi uygulamaları bugün sıcağı sıcağına hakkıyla ve layıkıyla eleştirmez ve dahi mahkûm etmezsek, başta bu felaketin şehitleri, yaralıları ve maddi-manevi zarar görenleri olmak üzere en azından bu ve benzeri felaketler esnasında insani yükümlülüklerini yerine getiren herkese zulmetmiş oluruz.
İlk eleştirimiz, depremi duyar duymaz Molla Mustafa Barzani Vakfı’nı harekete geçirip, yüzlerce ambulans, arama-kurtarma aracı, tırlarca tıbbi malzeme ve erzakı felaket bölgelerine sevk eden Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nin bu konvoyunun sınır kapısında iki gün boyunca keyfi olarak bekletilmesinedir. Bu da yetmedi, Adıyaman, Hatay ve diğer deprem bölgelerine vardıklarında da birkaç gün hizmet vermeleri engellendi. Birilerinin bu keyfiliği millete, “güvenlik şeklinde” anlatmaları ise, tek kelime ile hükümsüzdür! Halbuki engel olmasalardı, kim bilir kaç insanımızı kurtarmaya ve bugün yaşıyor olmalarına vesile olacaklardı…
İkinci eleştirimiz, kısa adı YİMER olan Yabancılar İletişim Merkezi’nin, depremden sonra TWEET üzerinden yayınladığı şu paylaşımınadır: “YİMER 157 7 dilde (Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce, Rusça, Almanca, Peştuca) tüm deprem bölgelerine tercüme desteği vermektedir. Tercüme desteği için 157’yi arayabilirsiniz.”
Böyle bir durumda milliyeti ve dini ne olursa olsun, insanlığından olmamış, yani vicdanı kurumamış herkesin aklına aşağıdaki gibi soruların geldiğinden emin olabilirsiniz:
Örneğin, deprem bölgesinde 100 ve bilemedik 1000 Rus vatandaşı olmasına karşılık, burada yaşayan 10 milyon vatandaşımızın en az 5 milyonu Kürt’tür ve bunların bir kısmı yukarıdaki dillerden hiçbirini bilmezler. Bu gerçeği bile bile anılan dillerin arasına Kürtçe’yi de almamaları mı ayrımcılık, tahrik ve bölücülük suçuna girer, yoksa bunu eleştirmek mi? Yaşayanların mahşere benzettikleri bu felakette dahi devletin böyle bir hizmeti kendi vatandaşlarına çok görmesi reva mı?
Üçüncü eleştirimiz de, OHAL’e yöneliktir. Şimdilik itibariyle eleştiriden çok endişelerimiz de var. Çünkü sahada yüz binlerce çalışan ve binlerce irili ufaklı yardım kuruluşu dahi gece gündüz demeden canla-başla çalıştıkları halde yetiştiremiyorlarken, yetkilerin mülki amirlere devredilmesiyle birlikte hizmetlerdeki hız ve serilik de gözle görülür derecede durdu. Bu ister istemez bizi neredeyse unuttuğumuz o eski OHAL yıllarına götürüyor.
Bu içten eleştiri ve endişelerden hareketle temennimiz odur ki, bugünkü OHAL dünkü OHAL olmasın… Ve kamusundan siviline kadar bütün kurumlar keyfiliği değil, adaleti, ehliyeti ve liyakati esas alsınlar…
Biz de eğer o karanlık yıllara dönmek istemiyor ve şimdiki karanlıklarda da boğulmadan aydınlık günler görmek istiyorsak, yaralarımızı sarmaya, birbirimizle kenetlenmeye insanca yaşanabilir bir dünya için mücadeleye devam…