Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında sıkışan Türkiye: Korkutuyorlar!
Cumhuriyetin ilk yüzyılının son seçimlerine aylar kala partilerin tartıştıkları şeyler tek kelime ile utanç vericidir! Sadece partilerin değil, istisnaları dışında aydınların, kanaat önderlerinin, akademisyenlerin, gazetecilerin, sanatçıların ve tüccarların da Türkiye’yi prangalarından kurtarmaya yönelik olarak partiler üstü ve partilere rağmen konuştukları ve tartıştıkları bir şey yoktur.
Nedir bu prangalar?
Irkçılık gibi bir insanlık suçu ve darbelerle malul anayasa ve buna bağlı olarak vatandaşların hala etnik, dini ve mezhebi aidiyetlerinden dolayı öteki olarak muamele görmeleri, dolayısıyla gasp edilen temel insani hakların hala iade edilmemiş olması…
İktidarların kamu imkânlarını harcamada şeffaf olmamaları, ehliyet ve liyakati önemsememeleri, iktidarlarını baskı aracı ve kendilerini de la yusel görmeleri de bu prangalardan diğer birkaçıdır!
Örneğin, her iki ittifak da meşruiyetini tam anlamıyla milletten alan bir anayasa vaat etmiyor. Her iki ittifak da etnik, dini ve mezhebi aidiyetleri nedeniyle geçen yüz yıl boyunca rejimin ötekileri olarak muamele gören Alevilerin, Kürtlerin, Türklerin bu mağduriyetini gidereceği vaadinde bulunmuyor, bulunamıyor! Her iki ittifak da temel insan hakları konusunda somut çözümler sunmuyor.
Birbiriyle karşılaştırdığımızda, tabii ki, birinin diğerinden daha iyi olduğu konular vardır. Mesela, Millet İttifakının motoru olan CHP, her ne kadar artık farklılıklara saygı gösterdiğini iddia etse bile, iş bu doğrultuda somut adımlar atmaya gelince, yanaşmıyor. Daha açık ifade etmek gerekirse; CHP, etnik ve dini aidiyetleri nedeniyle bu ülkenin vatandaşlarına karşı giriştiği katliamlardan, kıyımlardan ve zulümlerden dolayı hala bir özeleştiri yapmadığı gibi, iktidara gelir gelmez, kaldığı yerden devam edeceği izlenimini veriyor. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Millet İttifakı, Türkiye’yi prangalarından kurtarmanın değil, Türkiye’yi yönettiği ilk döneme götürmenin çabası içindedir. Eğer böyle olmasaydı, insanlık suçu ile malul olan anayasada diretmezdi… Muhalefetin bu korkutucu hali, doğal olarak iktidara hem yanlışlarında ısrar ve hem de daha fazla yanlış yapma alanı da açıyor.
Cumhur İttifakına gelince…
Hiç değişmeyen CHP’ye karşılık, gittikçe CHP’lileşen bir AK Parti var şimdi. Bu değerlendirmemizi haksız görenler, AK Parti’yi CHP’ye göre ve CHP ile kıyaslayarak değil, hak ve adalet ölçüsüne göre vursunlar.
AK Parti’nin bazı alanlarda devrim niteliğinde işler yaptığı, rejimden kaynaklı sorunların bir kısmını geçici de olsa giderdiği ve yaptığı hizmetlerle fiziki olarak Türkiye’nin çehresini değiştirdiği doğrudur.
Ancak iktidarını hakkıyla ve layıkıyla ifa ettiği söylenemez. Hele hele son yıllardaki kamu atamalarından tutun da ihalelere ve belediyelerin işleyişine kadar şeffaflıktan, ehliyetten ve liyakatten söz edilemez.
Eğitim Sistemi fiziki olarak iyi bir yere getirilmiş olsa bile içerik olarak ihtiyacı karşılamanın çok gerisindedir. Öyle ki, Türkçe’yi bile öğretemiyor!
Üniversiteler ayrı bir facia. Örneğin, kaç rektörün gerçekten oturduğu-oturtulduğu koltuğu hak ettiği ciddi bir sorudur. Çünkü görebildiğimiz kadarıyla rektörlerin çoğu, diplomalarını, yayınlarını, kişiliklerini ve hatta inançlarını kendilerine referans yaptıkları kişilerin ayaklarına paspas yapan akademisyenlerden oluşuyor. Onlar da haddizatında bilim yuvası olan üniversiteleri şekilde görüldüğü gibi yönetiyorlar ve mankurtlaştırma merkezlerine dönüştürüyorlar!
AK Parti’nin ve dolayısıyla Cumhur İttifakının mesajlarından biri de kendileri seçilmedikleri takdirde, sicili oldukça kabarık olan CHP’nin geleceğidir.
Doğrudur… Benim gözlemlerime göre de CHP gelirse, hiç vakit kaybetmeden fabrika ayarlarına dönecektir.
Oysa AK Parti’nin kendisini CHP ile kıyaslaması değil, hak ve adalet ölçülerine göre değerlendirmesi gerekmez mi?
Ve ne yazık ki, her ikisi de toplumsal barış, güven ve refah anlamında güven vermiyorlar ve bireyleri kendilerince daha az kötü olanı seçmeye zorluyorlar.
Türkiye’nin bir de dışarıdan gelen sorunları var ki, en az iç sorunları kadar tahrip edicidir. Gördüğümüz gibi, emperyalistler, her ne pahasına olursa olsun, dünyadaki enerji kaynaklarını gasp etmek kararlığındadırlar. Başından beri bu böyle idi, ama geçen sene çıkardıkları Rus-Ukrayna Savaşı ile birlikte bu hedeflerini yeni bir aşamaya taşıdılar.
Bunun devamında, yani hedefte Türkiye’den başlayarak bütün bir Orta Doğu ile Orta Asya vardır. Kaldı ki, bunu gizledikleri de yoktur. Bu emellerini gerçekleştirmek, yani buralardaki enerji kaynaklarına sahip olmak için de ya hepsine birer birer boyun eğdirecekler veya birbirine kırdıracaklar yahut silaha başvuracaklar.
Bu ülkelerin yararına olanı, milliyetçiliği ve mezhepçiliği aşıp her alanda sağlıklı, güçlü ve sonuçta düşmanlarını caydırıcı ittifaklar kurmalarıdır. Aksi halde emperyalistlerin gelip enerjilerinin ortağı, hem de büyük olmalarına engel olamazlar. Gerçi hâlihazırda da büyük ortak onlardır, ama bunu tamamen sağlama almak ve pekiştirmek istiyorlar. Birçok açıdan önemli olan konumu nedeniyle en fazla kuşatılan ülke de Türkiye’dir ve Türkiye olacaktır. Diğer ülke de 40 yıldır kuşatma altında tutulan İran’dır. Çünkü her iki ülke de küresel sistemin hesaplarını boşa çıkarma potansiyeli taşıyorlar. Yeter ki, bunun bilincinde olup gereğini yapma iradesi gösterebilsinler…
Anılan ittifaklar bu gerçeklerin ne kadar bilincindedir, ayrı bir soru ve sorun, ama Türkiye toplumu seçimini yaparken bütün bunları da dikkate almak durumundadır.