Türkiye’nin “İstanbul Sözleşmesi”nden çekilmesi fevkalade güzel, ama yetmez!
İstanbul Sözleşmesi, küresel güçlerin aileyi hedef alan saldırılarını “kadınlara ve ev içi şiddete karşı mücadele” adı altında meşrulaştırmaya çalıştıkları ve aynı zamanda eşcinselliğe alan açmakla kalmayıp, dayattıkları bir metindir.
Zamanında AK Parti’deki sözleşmeci lobinin büyük çabalarının yanı sıra diğer partilerin de tam desteğiyle Türkiye toplumunun hayatına sokuldu. Bu sözleşme kadına yönelik şiddeti eksiltmediği gibi, zaten gerek eğitim sisteminden ve gerekse cari yasalardan malul olan aile yapımızı daha bir olumsuz etkiledi.
Türkiye’nin sözleşmeden çıkma-geri çekilme iradesini göstermesi, her ne kadar küresel güçlerin ve içerideki yanlılarının toplumu ve aileyi ifsat etme heveslerini kursaklarında bırakmak anlamına geliyorsa dahi, başka araçlar ve yollar üzerinden saldırılarına devam edecekleri şüphesizdir. Bundan sonraki saldırıları bertaraf etmek hükümetin olduğu kadar insan neslinin fıtratına uygun bir çizgide seyretmesini isteyen herkesin görevidir.
Sağlıklı bir ailenin ve sağlıklı bir neslin ancak sağlıklı, yani insanın fıtratıyla barışık bir eğitim sistemi ve eğitim içeriği ile mümkün olduğunu düşündüğümüzde, Türkiye olarak bundan oldukça uzak olduğumuzu görüyoruz. Çünkü her ne kadar başında “milli” olsa dahi, Türkiye’nin eğitimi hiç milli olmadı ve zaten milli olması yönünde ciddi çabalar da yoktur!
Bunun da nedeni belli; Türkiye de doğrudan veya dolaylı olarak müstemlekeleştirilmiş ülkelerden biridir ve kendi eğitim sistemi ve eğitim müfredatı hakkında da hala tek başına söz sahibi değildir. Bu sorun, hükümetin olduğu kadar muhalefetin ve aynı zamanda bütün milletindir de…
Bu sözleşmenin hayatımızdan çıkarılmasında, Başkan Sayın Erdoğan’ın iradesinin belirleyici olduğu şüphesizdir. Aileye dair hassasiyeti de kayda değerdir. Ancak kendileri de takdir ederler ki, bütün bu hasletler, anılan sözleşmenin ve mevcut kimi yasaların yol açtığı tahribatı onarmaya yetmiyor. Aksine kanamayı sürdürüyor.
Temennimiz, bu doğrultudaki çabaların ciddiyetle sürdürülmesi ve bu bağlamda mevcut yasalardan aile yapısına zararlı olanlarının kaldırılıp, yerine insanın fıtratına uygun olanlarının konulmasıdır. Örneğin, zina yaşının 13 ve evlilik yaşının 18 olduğu bir toplumda ne kadına şiddet son bulur, ne aile korunabilir ve ne de sağlıklı bir nesil yetiştirilebilir.
Gerçek anlamda bir Türkiye Yüzyılının olmazsa olmazı ise, toplumsal barış ve adaleti merkeze alan ve milletin iradesinin tezahürü olan yeni bir anayasanın hayata geçirilmesidir. Ki bu da adil bir Türkiye’de yaşamak arzusunda olan herkesin yükümlülüklerini hakkıyla ve layıkıyla yerine getirmeleriyle mümkün olur ancak.