• DOLAR 34.612
  • EURO 36.693
  • ALTIN 2904.649
  • ...

Türkiye toplumu değişim üzerine değişim yaşamaktadır. Aslında bunu Türkiye toplumu ile sınırlamak da yanlıştır. Çünkü değişim, her toplumda olan bir hareketliliktir. Kaldı ki, değişim, insanlarla sınırlı olmayıp, bitkilerden hayvanlara kadar ve hatta içindekileriyle birlikte dünyanın kendisi de sürekli bir değişim yaşamaktadır. Bu değişimde insanı diğer canlılardan ayıran ise, akıl, muhakeme ve irade gibi özellikleridir. Bu özelliklerin tasarrufu da yine her bireyin kendi uhdesindedir.

Bu konuya bir giriş yapmamızın nedeni, bazı Müslümanların birilerine olan kinlerini dinlerinin önüne geçirmeleri ve bazı Müslümanların da milliyetçiliğe ve laikliğe sapmakla kalmayıp bu inançlara ve yaşam tarzlarına özüyle hiç bağdaşmayan, deyim yerindeyse, kerameti kendinden menkul anlamlar yüklemeleridir. Ahmet Davutoğlu’nun, Anayasanın “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilk dört maddesi için, “özgürlükçü laiklik” demesi, Mustafa Öztürk’ün laikliği bir nefes borusu olarak görmesi ve “devrim yasalarının tehlikeye girdiği endişesini” taşıması bazı Müslümanların yılın belli günlerinde kitleler halinde Anıtkabir’e doluşmaları bu sapmanın öne çıkan örneklerindendir.

Bazı insanların bazı söz ve eylemleri, onların birilerine olan kinlerini, inandıklarını söyledikleri dinin önüne geçirdiklerini göstermektedir. İktidarın gayrimeşru eylemlerini eleştirelim derken Davutoğlu ile Öztürk’ün, laiklik ve devrim yasalarını sahiplenecek kadar savrulmalarını bu şekilde okumak mümkündür.

Bir şeye inanmak veya inanmamak, bir şeye nasıl ve ne kadar inanmak, bugün inandığı şeyi yarın inkâr etmek veya inandığını söylediği şeyi kendi çıkarlarına göre çarpıtmak veya anlamlandırmak, yaşamını inandığı şeye göre veya inandığını söylediği şeyin aksine göre şekillendirmek… Katılırız veya katılmayız, ama bunların hepsi olabilir şeylerdir ve hepsi kişinin kendi ihtiyarındadır. 

Burada Davutoğlu’na ve Öztürk’e getirdiğimiz itiraz, kinlerini inançlarının önüne geçirmeleri ve bu bağlamda anayasanın ilk dört maddesine ve laikliğe bilerek ve kasten yalan-yanlış anlamlar yüklemeleridir.

Önce Davutoğlu’nun “özgürlükçü laiklik” dediği Anayasanın ilk dört maddesine bakalım. Bu maddeleri koyanlar da haddizatında bizler gibi birer insan olduklarına göre, o maddelerin ne tanrısal ve ne de kutsal bir boyutu vardır. Ama bakıyoruz ki, aynı kişiler kendilerini tanrı veya tanrı bildiklerinin temsilcileri olarak da görüyor olmalılar ki, koydukları maddelerin “değiştirilemeyeceğini ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini” de buyuruyorlar!

Kamuoyu da haklı olarak soruyor Davutoğlu’na; bir insanın veya bir grup insanın böylesine buyurgan, despotça ve kendisini tanrı yerine koyan bir duruşla milyonların iradesini hiçe saymalarının neresi özgürlüktür ve özgürlükçü laikliktir? Bu iddialarınızı inandığınızı söylediğiniz İslam’ın hangi hükmüne oturtuyorsunuz?

Diğer sorumuz da laikliği kendisinin nefes borusu olarak gören ve son zamanlarda bir de devrim yasalarının tehlikeye düşmesinden endişe duyan Öztürk’edir: Üzerine bu kadar titrediğiniz devrimlerin ve yasaların hangisi, dilinize pelesenk yaptığınız adaletin, demokrasinin ve insanların hür iradelerinin sonucudur?

Birilerine olan kininiz anlaşılır bir şeydir, ama bunu inandığınızı söylediğiniz dinin önüne geçirmenizin sebebi hikmeti nedir?

Milliyetçiliğin İslam ile örtüşen hiçbir yönü olmadığı gibi, laikliğin de İslam ile örtüşen hiçbir yanı yoktur. Buna rağmen bu kavramları bağlamından koparıp yanlış anlamlar yüklemek suretiyle kendi sapmanıza meşruiyet kazandırmaya çalışmanız, dilinize düşürmediğiniz dürüstlüğe sığıyor mu?

Sekiz milyar insan ile birlikte, onlarla iç içe yaşadığımız bir hakikattir. Ama kendimizi eğer Müslüman olarak tanımlıyorsak, çabalarımız da İslam’ı yaşamak ve yaşatmak yönünde olmak durumundadır. İnancımızı, hal ve hareketlerimizi bize tahakküm edenlere göre değiştirdiğimiz andan itibaren sapmak yönünde bir değişime de başlamış oluruz ki, varacağımız yer zillettir.

Hangi din, inanç ve ideolojide olursa olsun, nasıl ki Müslüman olarak hepsinin beş temel hakkına riayet etmek gibi bir yükümlülüğümüz varsa, inancımıza milliyetçilik olsun, laiklik ve devletçilik olsun, herhangi bir sapmayı bulaştırmamak gibi bir yükümlülüğümüz da vardır. Tıpkı birbirimize iyiyi söylemek ve birbirimizi kötülükten sakındırmaya çalışmak gibi bir yükümlülüğümüzün olduğu gibi…