• DOLAR 34.599
  • EURO 36.723
  • ALTIN 2903.738
  • ...

Toplum olarak maalesef oturmuş bir takdir ve tenkit kültürümüz yoktur. Bu kültürün olmadığı toplumlarda tartışmalar da olması gereken düzeyde yapılamaz.

Beni böyle bir yazıyı kaleme almama zorlayan neden de zaman zaman takdir ve tenkit içeren yazılarıma gelen tepkilerdir.

Mesela, hükümetin bir icraatını takdir ediyorsanız, muhalefetin ölçüsüz saldırılarına maruz kalıyorsunuz. Veya muhalefetin herhangi bir icraatını veya bir konudaki çözüm önerilerini tasvip ediyorsanız, bu kez de iktidarın ölçüsüz saldırılarına maruz kalıyorsunuz. Sorun sadece bununla da sınırlı değil. Adı, sanı, konumu ve inancı ne olursa olsun, bir şahsiyeti bir söz veya eyleminden dolayı takdir veya tenkit ettiğinizde de haksız tepkilere maruz kalıyorsunuz.

Oysa ne tenkit ettiklerimizin %100 karşısında olmak ve ne de takdir ettiklerimizin %100 yanında olmak gibi bir durumumuz yoktur ve kendisini buna mecbur görenlerden de değiliz.

Dolayısıyla toplum olarak bu halimiz hiç de hayra alamet değildir. Bu, aynı zamanda siyasetin toplumun seviyesini ne kadar düşürdüğünün ve toplum üzerinde nasıl bir tahakküm kurduğunun da göstergesidir. Günümüzün siyasetçileri genel itibariyle kendilerini erdem, ahlak ve adaletten soyutladıkları gibi, toplumu da kendilerine uymaya zorluyorlar. Dikkat ederseniz, toplumun sadece bir kesimi değil, daha açık söyleyelim, toplumun sadece avam kesimi değil, aydınından din adamına, eğitim-akademi camiasından diyanet camiasına ve gazetecisinden bilumum medyasına kadar bu tahakkümün ağırlığını görüyoruz. Hatta bu tahakküme en büyük zemini oluşturanlar da maalesef bu havas kesimdir. Çünkü onun da ezici çoğunluğunun ölçüsü genel geçer erdem, ahlak ve adalet değerleri değil, çıkarlarla bağlı ve bağımlı oldukları tarafın öncelikleridir.

Şimdiye kadarki icraatlara bakılırsa, partili Cumhurbaşkanlığı sistemi de bireylerin özgürlüğünden çok, partilerin ve partilerden de öte ittifakların tahakkümünü dayatmaktadır.

Hiçbir parti tek başına oyların %51ini alamayacağından, ittifaklara mecburdurlar. Ve eğer herhangi bir değişiklik olmazsa, Türkiye, Cumhuriyetin 100. Kuruluş Yılına denk gelen önümüzdeki seçime iki ittifakla giriyor: AK Parti’nin başını çektiği Milliyetçi Cumhur İttifakı ve CHP’nin başını çektiği Ulusalcı Millet İttifakı. Biri milliyetçi ve diğeri ulusalcı. Ama her ikisinin ortak paydaları, Atatürk Milliyetçiliği! Yani içinde, inkârı, imhayı ve asimilasyonu barındıran ve aynı zamanda hala anayasada da yer alan ilkelerden birinin açılımı…

Tekrar konumuza dönecek olursak, ne kadar isabet ettiğimiz ayrı bir konu, ama tenkit ve takdirde ölçümüz şahsiyetler, partiler, hükümet ve muhalefet değil, adalettir. Bu nedenledir ki, ne eleştirdiklerimizin %100 karşısındayız ve ne de takdir ettiklerimizin %100 yanındayız.

Hz. Ali’nin de buyurduğu gibi, kişilerin kim olduklarına değil, ne söylediklerine ve ne yaptıklarına bakıyor ve tavrımızı da ona göre koymaya çalışıyoruz. Biliyoruz, hiçbirinin adamı olmamak hali beraberinde her taraftan daha fazla saldırılar getiriyor da getiriyor, ama hiç de gam değil. Çünkü güçlüyüz, çünkü inanıyoruz.