• DOLAR 34.551
  • EURO 36.67
  • ALTIN 2901.747
  • ...

Her bireyde ve toplumda az ya da çok bir tahrip etmek ve şiddet uygulamak duygusu var ve bu duygu kısmen hayata da geçirilir. Ama bazı bireyler ve toplumlar var ki, tahribi ve şiddeti adeta bir yaşam tarzına dönüştürürler.

Oturduğu bankı, önündeki masayı, dikili olan ağacı çizmek, yazmak ve bozmak…

Otobüste, trende ve dolmuşta oturduğu koltuklara bir şekilde zarar vermek…

Umuma ait telefon ahizesini, telefon kulübesini, otobüs durağını elektrik direğini, trafik işaret levhalarını kesmek, çizmek, kırmak ve hatta kurşunlamak…

Başkasının bağını, bostanını ve ağaçlarını kesmek…

Tıpkı bu yıl da şahit olduğumuz gibi ormanları yakmak…

Makamını tamir etmek yolunda değil de tahrip, tehdit ve tedip etmek gibi yollarda kullanmak… Haddizatında emanet olan devletin, diğer bir ifade ile milletin malına bir ganimet duygusuyla çullanmak ve makam arabasından ihalesine ve kırtasiyesine kadar her şeyini istismar etmek…

Ve bütün bu tahripleri gördükleri halde faillerini uyaranlarımızın, eleştirenlerimizin ve onlara karşı koyanlarımızın az, ama bu kötülüklere şu veya bu şekilde ortak olanlarımızın çok olması…

Yukarıda saydığımız olumsuzluklar her toplumda az ya da çok vardır. Ancak toplumların yaşadıkları barış, güven ve refah düzeyini, o toplumun sahip olduğu inanç veya orada egemen olan yasalardan çok, o toplumun ahlakı belirler. Ahlak olmadı mı, din de kar etmiyor, kanunlar da… Nitekim Türkiye olarak bu çelişkiyi iliklerimize kadar yaşıyoruz.

Yöneticilerimizin, idarecilerimizin ve din adamlarımızın çoğu ne din takıyorlar, ne kanun ve ne de ahlak… Toplum olarak hakka tecavüz ile yoğrulmuş bir tahribatı ve şiddet halini yaşıyor olmamız da bunun göstergesidir.

Bizdeki gibi tahribatı ve şiddeti sokaklarına ve yollarına kadar taşıran toplumlar azdır diyebiliriz. Bu da adalet yerine zulüm, barış yerine şiddet ve savaş, refah yerine geri kalmışlık demektir. Örneğin, yol vermemek yüzünden bile ağız kavgalarından yaralamalara ve ölümlere kadar şiddet olayları yaşamadığımız gün yoktur.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Bugün itibariyle yeryüzündeki inanç toplulukları içinde inançlarına aykırı yaşayanlar biz Müslümanlarız. İnancımızı idarelerimize-yönetimlerimize yansıtamadığımız gibi, günlük muamelelerimizin çoğunda da inancımız belirleyici değildir.

Bu çelişki ahlaki bir çöküntüye ve ahlaki çöküntü de tahribe ve şiddete götürüyor.

Bazı toplumlara göre daha iyi durumdayız, ama ne barışçı bir toplum olduğumuzu söyleyebiliriz, ne güvenli bir toplum olduğumuzu söyleyebiliriz ve ne de müreffeh bir toplum… Çünkü tahrip tarafımız, şiddet tarafımız ve güvensiz tarafımız daha ağır basıyor. Tahribin ve şiddetin en fazlası da devlet tarafından olanıdır. Devletin kimi yasaları ile icraatları güven vermediği gibi, dinimize, aklımıza, namusumuza-neslimize, canımıza ve malımıza tecavüzü de içermektedir.

Ki en büyük tahrip ve şiddet de budur.