Avusturya ve Türkiye’nin Hükümet ve Muhalefetlerini Rus-Ukrayna Savaşı Üzerinden Karşılaştırmaya Ne Dersiniz?
Geçen iki ay boyunca Avusturya’da idim. Ve istedim ki, konu ile ilgili gözlemlerimi ve düşüncelerimi sizlerle de paylaşayım…
Rusya, 20 Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldırdığında, çoğumuz bunun kısa süreceğini düşünmüştük. Fakat bugün çoğumuz bu savaşın uzun süreceğinin de ötesinde, dünya için bir felakete dönüştürülebileceği endişesini bile yaşıyoruz! Hem de bir değil, birkaç felaketi birlikte artık dillendirir olduk. Önceleri akla gelen ilk felaket muhtemel bir nükleer savaş iken, buna bir de açlık felaketi eklendi. Bunun içindir ki, durumun vahametinin bilincinde olan ülkeler, alabilecekleri bütün önlemleri almak yönünde iktidarıyla ve muhalefetiyle adeta seferber olmuşlardır.
İktidar ile muhalefetin bu uyumuna Avusturya’da da şahit oldum.
Avusturya’nın İstanbul’un yarısı, yani sekiz milyonluk bir küçük ülke olduğuna bakmayınız. Çünkü Viyana, öteden beridir birçok alanda dünyanın nabzının attığı ve dünyanın nabzının tutulduğu yerlerdendir. Üretim bakımından da Türkiye ile kıyaslanamayacak kadar ileridir. Örneğin, Avusturya’nın 2021 yılı ihracatı 165 milyar ABD Doları iken, kendisinden 10 kat büyük olan Türkiye’ninki ancak 225 milyar ABD Dolarıdır!
Müsaadenizle önce Avrupa Birliği ülkelerinin bu savaştaki yerleri hakkında birkaç cümle yazayım.
Şu bir gerçektir ki, Avrupa Birliği ülkeleri, ABD’nin baskılarıyla istemedikleri bir savaşın tarafı olmalarının ezikliğini ve çaresizliğini iliklerine kadar yaşıyorlar. Kıyısından köşesinden girdikleri ve yavaş yavaş ısındıkları bu savaştan kazançlı çıkmak için çabalıyorlar, ama neleri kazanacaklarını ve neleri kaybedeceklerini henüz kestiremiyor olmaları, korkularını daha da arttırmaktadır. Daha düne kadar NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini ve AB’nin artık kendi ordusunu oluşturması gerektiğini iddia ediyorlarken, bugün her birinin Amerika’nın çıkarlarının birer payandası derekesine düşmeleri ve hâlihazırda yaptıkları şeyin Amerika adına bir vesayet savaşı olduğunu düşünmeleri, haletiruhiyelerini de büsbütün bozmaktadır.
Ama yaşadıkları bütün olumsuzluklara rağmen, milli meseleler ve milli çıkarlar söz konusu olduğunda iktidarıyla ve muhalefetiyle birbiriyle uyum içinde olmaları takdire şayandır.
Avrupa’daki muhalefetler bir taraftan hükümetlerini eleştirirken, diğer taraftan gittikçe artan pahalılık, mülteci, güvenlik ve işsizlik gibi sorunlarının çözümü için taşın altına değil ellerini, gövdelerini dahi koymaktan geri durmuyorlar. Yani anlayacağınız, Türkiye’deki muhalefetin yaptığı gibi, “bizim hükümet olmadığımız bir ülke batsın” anlayışında değiller. Aksine, yarının hükümeti olma bilinci ve hassasiyetiyle davranıyorlar ve çözüm üretiyorlar!
Örneğin, Avusturya da savaştan olumsuz etkilenmekte ve sadece gelecek mültecilerin 100 binleri bulacağı tahmin edilmektedir. Fakat ne mülteciler ne diğer olumsuzluklar ve ne de Putin ile görüşen Başbakan Sayın Karl Nehammer’in barış diplomasisindeki başarısızlığı muhalefeti taşkınlığa sürüklemiyor. Ve yukarıda dediğimiz gibi, yarının hükümeti olma bilinci ve hassasiyetiyle sorumluluk üstlenmekte ve sorunların çözümünde ilkeli bir dayanışmaya girmektedir. Tabii ki, hiçbir eleştirisinde de geri durmadan…
Türkiye’ye gelince…
Türkiye’nin de kendi payına düştüğü kadarıyla savaşın olumsuzluklarından etkilendiği ve daha da etkileneceği şüphesizdir. Fakat Türkiye’nin Rus-Ukrayna Savaşı bağlamında izlediği tarafsız ve barış eksenli politika her takdirin üstündedir.
Avrupa ülkelerinin başından beri Türkiye’nin bu başarılı diplomasisini bir yandan dışa taşan bir öfke, kıskançlık ve çekememezlik ile ve diğer yandan içten içe bir gıpta ile izlediklerini söyleyebiliriz. Avrupalıların Türkiye’yi bu bağlamda takdir etmek yerine başarılarını görmezden gelmeleri ve hatta baltalamaya çalışmaları, hoş değil, ama en azından anlaşılır bir şeydir. Buna karşılık Türkiye’deki muhalefetin, değil bu başarıyı takdir etmek ve devamı için katkı sunmak, elinden gelse, akamete uğratacak ve ardından da eline kına yakacak kadar kin ve nefret topuna dönüşmüş olması, gerçekten de büyük bir musibettir.
Oysa küresel güçlerin ve hempalarının yeryüzünü kana bulamalarındaki vahşi ısrarları, Türkiye’ye insanlık namına üstesinden gelebileceği yükümlülükler yüklediği kadar, sonuçta meşru kazanç elde edeceği büyük fırsatlar da sunmaktadır.
Fakat siz de takdir edersiniz ki, Türkiye’nin onca sorunlarına bir çözüm sunamayacak kadar aciz, ama bir darbe ve hatta dışarıdan bir müdahale ile bile olsa, Sayın Erdoğan’ı düşürecek olan güçlere her an asker olmaya amade bir muhalefetten böyle bir duyarlılık beklenemez.
Bu da sonuçta hükümet için daha fazla rehavet, icraatlarında daha fazla keyfilik ve kısaca daha fazla hak gaspı demektir.
Bu durumu ana hatlarıyla görenler, mevcutlar içinde daha az kötü olanı mı seçmekle yetinecekler, yoksa iyi olana ulaşmak yönünde mi çabalayacaklar, yaşayanlarımız göreceklerdir.