• DOLAR 34.667
  • EURO 36.396
  • ALTIN 2951.517
  • ...

Geçen iki haftaki yazılarımı Avrupa Türklerinin Türkiye’den-Hükümetlerden neler beklediklerine ayırmıştım. Oldukça olumlu tepkilerin yanında olumsuz tepkiler de geldi. Hele hele bazı kesimler ve odaklar var ki, bu konuların işlenmesi, uykularını kaçırıyor. Bu hallerini görünce de insan sormadan edemiyor, neden rahatsız oluyorlar diye. Oysa ister Türkiye’de yaşayalım veya ister Avrupa’da, bunlar bizim sorunlarımızdır ve tabii ki sorgulayacağız.

Avrupa Türklerini hamasetten, duygusallıktan ve hele hele ırkçılıktan uzak bir şekilde değerlendiren herkes karşısında evvela devletin statükocu zihniyetini ve bu zihniyet üzerinden nemalananları görecektir. Ondan sonra da sırasıyla Türklerin milli duygularını istismar eden ırkçıların ve dini duygularını istismar eden yapıların saldırılarına uğrayacaklardır.

Bu yazıda ise Türkiye hükümetlerinin Avrupa Türklerine karşı gerçekleştirdikleri operasyonlardan üç tanesine kısaca dikkat çekmek istiyorum.

Türkiye, işçi olarak Avrupa’ya gönderdiği milyonlarca Türkü kendi sorunlarıyla baş başa bıraktı, ama kendi iradeleriyle yaptıkları tercihlere ve kendi inançlarıyla baş başa olma çabalarına müsaade etmedi. Örneğin, Avrupa’ya giden Türkler Müslümandılar ve Müslüman kalmak istediler. Bunun gereği olarak da camiler kurdular. Bunun da öncülüğünü -Allah vesile olan herkesten razı olsun- merhum Erbakan ve Milli Görüşü yaptı.

Türkiye hükümetlerinin ilk operasyonu Avrupa Türklerinin Müslümanlıklarına oldu. Onların üzerinde kontrolünü sağlamak için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Avrupa ayağını kurdular. Şimdi ise, bunlara ek olarak Süleymancılardan Nurculara, Milliyetçilerden Tarikatlara kadar çok renkli dini yapılar vardır. Ama bu yapıların ne kadar şeffaf oldukları, Türklerin dini ihtiyaçlarına ne ölçüde cevap verdikleri de en yalın bir ifade ile ne kadar “İslami” oldukları ciddi bir sorudur!

Türkiye hükümetlerinin Avrupa Türklerine ikinci operasyonu ise 1990’ların sonuna tekabül etmektedir. Tabii ki, 28 Şubat’tan söz ediyoruz. Darbecilerin hizmetine amade olan hükümet, Müslümanlara yönelik baskılarını yurtdışına da taşırmıştı. O melun darbecilerin Müslümanları fişlemek ve cezalandırmak için kurdukları Batı Çalışma Grubu üzerinden Avrupa Türklerine operasyon düzenlediler. Avrupa’da Türklerin kurdukları ne kadar sosyal, kültürel, ekonomik ve dini dernek, vakıf ve cemaat varsa, hepsini cebren ve tehditle tek çatı altında topladılar. Buna da kısaca “Çatı Derneği” dediler. Örneğin, Avusturya Türk Dernekleri Birliği’nin, namı diğer Çatı Derneği’nin başkanlığına Yavuz Kuşçu’yu koymuşlardı.

Türkiye hükümetlerinin Avrupa Türklerine karşı üçüncü operasyonları da AK Parti Dönemine aittir, yani AK Parti’dendir. Bu operasyon hem niyet ve hem de içerik bakımından da ilk iki operasyondan tamamen farklıdır. Çünkü Başbakan Sayın Erdoğan’ın hükümeti, selefleri gibi Avrupa Türklerinin mevcut dernek, vakıf ve cemaatlerine çullanmıyor ve onları kendi tahakkümüne alma yoluna gitmemiş, aksine onların da kendilerini yeniden gözden geçirmelerine etki edebilecek yeni bir oluşumu tercih etmişti. Ve bu düşünce bütün Avrupa ülkelerinde, “Avrupa Türk Demokratları Birliği-UETD” adı ile vücut buldu. Sonraları adını  “Union of International Democrats-UID” olarak değiştirdi. Derneğin Avusturya kolunun kuruluş aşamasında benim gibi herhangi bir grup veya cemaat ile organik bağı olmayan, ama yararlı olduğuna inandıkları işlerin içinde bulunmaktan da çekinmeyen çok sayıda şahsiyet vardı.

Akademi dünyasından eğitim, sanat, siyaset, ticaret ve iş dünyasına kadar her kesimden gerçekten de nitelikli, duyarlı ve yararlı işler yapmak azminde olan yüzlerce insan vardı. Ve bu sayının binlere kadar varma potansiyeli vardı. Hepsinden de önemlisi, Avrupa’nın sayılı sivil toplum kuruluşlarından biri olabilir ve büyük bir ihtiyaca cevap verebilirdi. Fakat öyle olmadı. Kuruluş aşamasında bulunan art niyetsiz ve art hesapsız kişiler kuruluştan kısa bir süre sonra art niyetli ve art hesaplı olanlara yenik düşünce, güvenliğini ve saygınlığını yitirerek diğer protokol derneklerinin derekesine düştü.

Fakat zararı sadece Avrupa Türkleriyle sınırlı kalmadı, AK Parti’nin Avrupa Türkleri içindeki varlığını ve saygınlığını da geriletti. Yanlış anlaşılmasın, her yapıda olduğu gibi, anılan bu yapıda da duyarlı, donanımlı ve işinin ehli şahsiyetler istisna da olsa belki vardır. Ama şu bir gerçek ki, Avrupa Türklerinin yararına başlatılan bu operasyon, sonuç itibariyle Batı Çalışma Grubu’nunkinden daha büyük bir tahribat yapmıştır. AK Parti de bu yapıyı lağvetmediği veya onunla ilişkisinin olmadığını ilan etmediği sürece Avrupa’da daha hızlı gerileyecektir.

Örneğin, bugüne kadar, “Avrupa’ya mahkûm ettiğimiz insanlarımızın sorunları ve bizden talepleri nelerdir?” diyen ve bunu geçelim dört dörtlük eğilen, dörtte birlik bile eğilen bir hükümet olmamıştır! Lakin bütün hükümetler Avrupa Türklerinin alın terini nasıl ve hangi yolla çarpacaklarının bin bir hesabını yapagelmişlerdir. Seleflerine göre AK Parti hükümetlerinin hizmetleri fazladır, ama bu demek değildir ki, yükümlülüklerini hakkıyla ve layıkıyla yerine getiriyordur. Örneğin, Avrupa Türkleri Avrupa Birliği Başkanlığı’nın ne işe yaradığını; bunun bir arpalık mı yoksa bir hizmet başkanlığı mı olduğunu bilmezler.

Bir de Türkiye üniversitelerinin Avrupa Türklerine operasyonları vardır. Onların operasyonları da onların bilgi ve birikiminden yararlanma yoluna gitmemek ve onların çocuklarının elinden tutmamak şeklinde olmuştur. Burayı kısaca ve bir soru ile geçelim: Türkiye üniversitelerinin Avrupa Türklerine yönelik kayda değer çalışmaları, araştırmaları ve eserleri var mıdır? Bu soruya cevabımız da yine kısa ama iki soru ile olsun: Türkiye’deki bütün üniversitelerin Avrupa Türkleri üzerine yaptıkları bilimsel çalışmaların toplamı acaba örneğin, Almanya’daki sadece bir üniversitenin anılan konu üzerinde yaptığı bilimsel çalışmalar kadar olur mu? Kaç tane üniversite Avrupa Türklerinden yararlanma ve onlara yararlı olma yönünde bir çaba içinde olmuştur?

İşte böyle… Biz Avrupa Türklerinin hali bu… Avrupa’da dördüncü nesiliz, ama hala yabancıyız. Türkiye’de ise, Alamancı ve Avruyuz! Her ikisinin muameleleri de tek kelime ile insanlık dışıdır! Bu ve benzeri nedenlerden ötürüdür ki, Avrupa Türkleri bugün hem lisanıhâlleriyle ve hem de bildikleri bütün dillerle Türkiye’ye ve hükümetlerin bin bir yüzüne şunu haykırıyorlar: Gölge etmeyiniz, başka ihsan istemiyoruz!

Evet, Avrupa Türklerinin haletiruhiyesi bu… Gün olur ve kendilerini insan yerine koyan, sorunlarını kendi sorunları ve başarılarını da kendi başarıları gibi gören hükümetler, diplomatlar ve bürokratlar da görebilecekler mi, bilmiyoruz…