• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Bu aralar Avrupa’da olmamı da fırsat bilerek, uzun süredir düşündüğüm bu konuya da gireyim dedim. Konu hem Türkiye’nin güvenlik sınırlarını ilgilendirecek kadar önemli ve hem de bir o kadar geniştir. Köşe yazılarımız kelimelerle sınırlı olduğundan, ben de mümkün olduğunca ana hatlarıyla ve iki bölümde değineceğim. Bu bölüm, konuya giriş ve genel bir değerlendirme olacak. İkinci bölümde ise Avrupa Türklerinin Türkiye ile sorunları, Türkiye ile bağlantılı sorunları, Türkiye’den beklentileri ve çözüm önerileri olacaktır. Avrupa’daki Türklerden de istirhamım, konu ile ilgili düşüncelerini ve önerilerini lütfen bana yazmalarıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluşundan sonra yönetenler, ırkçı bir toplum oluşturmayı ülkenin kalkınmasına tercih ettikleri için, Türkiye kendi vatandaşlarını doyuramaz hale geldi. İkinci Dünya Savaşı’na da girip ikinci kez yerle bir olan ülkeler yeniden şaha kalkarken, Türkiye’nin milyonlarca vatandaşına reva gördüğü şey, onları ihtiyaç duyan ülkelere “işçi” olarak göndermek oldu. Egemenler, toplumu dini ve etnik aidiyetleri üzerinden ayrıştırmak ve yönetmek konusunda hala başarılı oldukları içindir ki, bizler de hala yüksek bir sesle Türkiye’mizin neyi eksiktir ki, bizler hala karnımızı dışarıda doyurmak zorunda kaldığımızı soramıyoruz.

Bugün Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin sayısı beş milyonu bulmaktadır. Buna Balkanlarda yaşayan Türkleri de eklediğimizde, yedi-sekiz milyonu bulur. Fakat bizim konumuz, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çoğunluğu ekonomik ve bir kısmı da dini, siyasi ve etnik nedenlerle Avrupa’ya gelen ve burayı artık yurt edinenlerdir.

Avrupa Türklerinin sayısı, Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkelerden bazılarının nüfusundan daha fazladır. Fakat Avrupa Türkleri bu sayılarını hala etkiye, bir güce dönüştüremedikleri için, kalabalıktan ve yığından öte bir anlam ifade etmiyorlar. Örneğin, bütün Avrupa’daki sayıları yarım milyonu geçmeyen Ermeniler bir güçtür. Kendi çıkarları söz konusu olduğunda ve özellikle kendi milli meselelerinde bir kamuoyu oluşturacak kadar bir güçleri vardır. Gerçi bir güç olmalarında Avrupa ülkelerinin de payı ve katkısı büyüktür, ama sonuçta çaba gösterenler Ermenilerdir.

Buna karşılık Türkler ne içinde bulundukları ülkelerde yaşadıkları sorunlara karşı ve ne de milli meselelerinde bir kamuoyu oluşturacak bir bilinçte değiller. Örgütlülük açısından bakılırsa, Avrupa’daki en örgütlü yapı olarak Türkler öne çıkarlar. Çünkü Türklerin çok sayıda cemaatleri ve hayatın her alanında faaliyet gösteren binlerce dernekleri vardır. Bunların içinde bazı cemaatler var ki, binlerce aktif ve yüz binlerce pasif üyeleriyle Avrupa’nın her ülkesinde faaliyet gösterebilmektedirler. Ancak cemaatinden derneğine ve büyüğünden küçüğüne kadar aralarında şeffaf olanların sayısı istisnadır.

Her cemaatin, her derneğin doldurduğu bir boşluk vardır elbette. Örneğin, ilk olarak kurulan Milli Görüş ve onu takiben diğer cemaatler Türklerin cami, iletişim ve helal et gibi ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Daha sonraları hac, umre, cenaze nakli eğitim kursları ve diğer hizmetleri de vermişlerdir. Fakat bugün itibariyle cemaatten çok birer işletme gibi çalışıyorlar. Üstüne üstlük bir de şeffaf değiller. Bütün bu olumsuzluklar sadece kendilerine olan güveni azaltmakla kalmadı, maddi ve manevi desteklerini de her geçen gün yitiriyorlar.

Türklerin Avrupa’da güç olamayışlarının diğer bir nedeni de Türkiye’den tevarüs ettikleri ırkçılıktır. Türkiye’deki ırkçılıktan ders almadıkları gibi Avrupa’daki ırkçılıktan da ders almamışlardır. Bu da Türklerle Kürtlerin kayda değer bir kısmını birbirinden uzaklaştırmıştır.

Buraya kadar anlattıklarımız, Türklerin kendilerinden kaynaklanan sorunlarıdır. Avrupa Türklerinin bir de Türkiye ile ve Türkiyeli olmaktan kaynaklanan sorunları vardır.

Türkiye ile sorunları elçilik ve konsolosluklardan başlayarak gümrüklere kadar gider ve oradan bütün Türkiye’ye yayılır. Örneğin, haklarınızın güvencesi olarak aldığınız Mavi Kart, adımınızı attığınız her yerde hakkınıza tecavüzün ve hakkınızı gaspın bir aracına dönüşür.

Türkiye de teşvik ettiği için, şartları uyanlar yaşadıkları ülkenin vatandaşlığına geçmişlerdir. Türkiye, vatandaşlarına şunu diyor: “Bulunduğunuz ülkenin vatandaşlığına geçiniz. Seçmek ve seçilmek hariç, Türkiye’deki bütün haklarınız mahfuzdur.” Bunun güvencesi olarak da Mavi Kart veriyor. Ancak ne yazık ki, Türkiye bu sözünü tutmamıştır. Mavi Kartlılar Türkiye’ye geldiklerinde, Türkiye’de yaşadıklarında, Türkiye’de resmi veya özel bir kurumda çalışmak istediklerinde “Yabancı Uyruk” muamelesi görüyorlar. Bu haksız muameleden sadece Mavi Kartlılar değil, devlet de büyük bir zarar görmektedir. Örneğin, sadece üniversite ve sağlık gibi devlet kurumlarını düşündüğümüzde bile, devlet, kendisini dışarıda yetiştirmiş beyin gücünden yararlanmamakla o kadar zarar ediyor ki… Ne yazık ki, iktidarından muhalefetine ve bürokrasisinden üniversitesine kadar üç-beş bilinçli kimse yok ki, Türkiye’yi çok daha ileriye götürecek böyle bir adımı atsınlar.

Bugüne kadar bir bakanlık veya bir üniversite yahut başka bir kurum duymadık ki, alanında başarılı olmuş, katma değeri büyük ve istihdam edildiği takdirde verimi birkaç katına çıkaracak insanları bulup getirmek çabası içine girmiş olsun. Türkiye’nin, istisna da olsa bu erdemde olan yöneticileri mutlaka vardır. Ama onlar da önlerine konulan engellerden sonra pes etmek zorunda bırakılır.

Eğer Türkiye bu Mavi Kartlı vatandaşlarına ikinci sınıf muamelesi yapmazsa, inanıyorum ki, mühendisinden doktoruna, mimarından eğitimcisine kadar on binlerce bilim insanı bin bir zorlukla elde ettiği bilgisini ve birikimini dışarıda değil, özlemini çektiği Türkiye’nin hizmetine vermeye hazırdır. Ama dediğim gibi, Türkiye’de ne bunu kavrayacak bir hükümet, ne bir muhalefet ve ne de bir üniversite vardır. Türkiye’nin yöneticileri ayaklarına kadar gelen bu imkânı layıkıyla değerlendireceklerine, büyük bir kibirle tekmeliyorlar. Bu ve benzeri olumsuzluklar nedeniyledir ki, Türkiye geçelim beyin gücü ithal etmeyi, olan beyin gücünü de göçe zorluyor.

Mavi Kartlıların diğer bir sorunları da şahsi araçlarını Türkiye’de uzun süre tutamamalarıdır. Gerçi bazı şartlar yerine getirildikten sonra bir aracı iki yıla kadar Türkiye’de bulundurmak mümkündür. Ancak bu şartlar da o kadar ağır ki…

İnşallah haftaya devam edeceğiz. Girişte de dediğim gibi, siz Avrupa’dakilerin düşüncelerini artık mektupla değil, elektronik posta ile bekliyorum.