• DOLAR 34.657
  • EURO 36.461
  • ALTIN 2951.04
  • ...

Bu sene Malazgirt Zaferi’nin 950. Yıldönümüdür. Mutat olduğu üzere bu sene de resmi kutlamalar yapılmakta ve demeçler verilmektedir. Ancak bu demeçlerin hiçbirinde Malazgirt’te bize zafer getiren ruhtan, imandan, kardeşlikten ve samimiyetten bir eser göremiyoruz. Çünkü devlete tahakküm eden ideoloji bu değerleri yeniden yazdığı tarih kitaplarına koymamakla kalmamış, bu değerlere karşı başlattığı savaşı da hala sürdürmektedir.

Malazgirt Zaferi’nin ruhundan, imanından, kardeşliğinden ve samimiyetinden ne kast ettiğimizin cevabını Alparslan’ın savaştan önce askerlerine yaptığı konuşmada görüyoruz:

“Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir, bana yardım et, sözlerimde hilaf varsa beni kahret. (…) Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya şehit olarak cennete giderim. Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler takip etsin. Ayrılmayı tercih edenler gitsinler. Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zira bugün ancak ben de sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan gaziyim. Beni takip edenler ve nefislerini ulu Allah'a adayanlardan şehit olanlar cennete, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır.”

Görüldüğü gibi, dava bir Türklük davası değildir. Çünkü Bizans ordusundaki Türklerin sayısı da az değildir. Buna karşılık Alparslan’ın ordusu da sadece Türkler oluşmuyor, neredeyse bir o kadar da Kürt vardır. Türkler ile Kürtleri bir araya getiren şey de ne muzaffer oldukları takdirde elde edecekleri ganimet ve ne de bir ülkeye girip halkını boyunduruk altına almaktır.

Malazgirt Zaferi’ni, Anadolu’nun kapılarını Türklere açan bir olay olarak okumak doğrudur, ama eksiktir. Bu doğrunun geri kalan kısmı ise şudur: Her ikisi de önceki dinlerini bırakıp İslam’a giren Türklerle Kürtlerin aynı gaye için kurdukları ilk ittifak ve yine aynı gaye için çıktıkları uzun yolculuktur.

Mesela sözünü ettiğimiz bu ruh 1071’den başlayarak Osmanlı Devleti’nin yıkıldığı 1918’e kadar vardır. Bu ruh Anadolu insanının işgalcilere karşı koyduğu Kurtuluş Savaşı boyunca da vardır. Ve bu ruh 1920’de açılan ilk Mecliste de vardır. Ancak bu ruh Cumhuriyet’in kurulduğu 1923’ten itibaren hızla kaybolmuştur, daha doğrusu bu ruhtan hızla uzaklaşılmıştır.

Yeni bir toplum yaratmak adına hayata geçirilen inkâr, imha ve asimilasyon politikaları en büyük darbeyi Malazgirt Zaferi’ndeki ruha, imana, kardeşliğe ve samimiyete vurmuştur. Başkan Erdoğan’ın bu yılkı kutlama esnasında hedef olarak gösterdiği “Büyük Türkiye” hepimizin özlemidir. Ancak soru ve sorun, hangi değerlerle Büyük Türkiye’yi gerçekleştireceğimizdir.

Her ne kadar tartışmıyor, tartışamıyor olsak da, Büyük Türkiye olmamızın önündeki büyük engellerden birinin Kemalizm olduğunda şüphe yoktur. Çünkü Atatürk’ün ilkelerinden oluşan Kemalizm adaleti, toplumsal barışı, toplumsal güveni, toplumsal refahı ve kalkınmayı değil, her ne pahasına olursa olsun, ideolojik tahakkümü ve bu ideolojik tahakküm için de kendisinden olmayanı imhayı esas alır. Ama ne Türkiye’nin aydınları, ne Türkiye’nin üniversiteleri ve ne de Türkiye’nin siyasi partileri bunları her yönü ile tartışma gücünü ve özgürlüğünü kendilerinde göremiyorlar. Bu halde olduğumuz sürece Büyük Türkiye de hayaldir. Büyük Türkiye istiyorsak, Selçuklu ve Osmanlı Devletlerini büyüten değerlere de yeniden dönmeliyiz. O değerlerin özünü de adalet oluşturmaktadır. Onların her yönüyle adil olduklarını söylemiyoruz, ama o seviyeye getiren değerlerin temelinde adalet olduğu da bir gerçektir.

Ülke olarak büyümek veya büyük ülke olmak haddizatında güzeldir. Ama görüyoruz ki, merkezinde adaletin olmadığı büyüklükler insana zulümden başka bir şey getirmiyor. Kendi vatandaşlarına karşı adil olmayan bir devlet ne kadar büyük olursa, zulmü de o kadar artar.

Neredeyse 100 yıldan beridir uygulanagelen ve on binlerce insanımızın canına mal olan inkâr, imha ve asimilasyon politikalarının bizi asla büyütmediği ve bu zulümlerde ısrar etmek yerine Malazgirt ruhunu, Malazgirt imanını, Malazgirt kardeşliğini ve Malazgirt samimiyetini kuşanmadığımız takdirde, daha da küçülmemiz kaçınılmazdır.

Dolayısıyla Büyük Türkiye olmamızın bellidir; zulmettiğimiz oranda küçüleceğiz ve adaleti gözettiğimiz oranda büyüyeceğiz.