• DOLAR 34.655
  • EURO 36.446
  • ALTIN 2952.23
  • ...

Her ülkenin kendisine göre terörle mücadele yasaları da olur ve hükümetler ülkenin şartlarına ve ihtiyaçlarına göre bu yasaları güncellerler veya yenilerini çıkarırlar. Eğer sadece bu açıdan bakılırsa, Avusturya’nın da yaptığı budur. Ancak diğer bir açıdan baktığımızda, haddizatında ihtiyaç duyulan böyle bir yasanın kastedilen hedefin dışına taşırılmasıdır.

Bizim zihnimizin bir yerinde ve silinmeyecek bir şekilde kaydetmemiz gereken şey, İslam’ın ve Müslümanların Avrupa’nın değişmeyen gündemlerinden birini oluşturduğudur.

Bunu İslamofobi (İslam’dan korkmak) olarak tanımlamak yanlıştır. Çünkü uygulamalar İslamofobiden ötedir. Avrupa’da az bir kesim İslam’ın Avrupa’ya ait bir din ve Müslümanların Avrupa’nın bir parçası olduklarını kabul ederken, ezici çoğunluk buna şiddetle karşıdır. Ve bunun için ellerinden ne geliyorsa yapmaktan geri durmuyorlar. Terörle mücadele ve benzeri isimler altında çıkarılan yasalarla hedeflenen de budur. 

Son yıllarda dört elle sarıldıkları gerekçe de yine kendilerinin imalatı olan “politik İslam”dır.

Ne yazık ki, bu kavram İslam ülkelerinde de zemin bulmuş durumdadır ve hatta kimi Müslümanlar bile mal bulmuş mağribi misali bu kavramı dillerinden düşürmüyorlar.

Avusturya’nın terörle mücadele yasasını aklıselimle değerlendirenler de hükümetin yaklaşımını ve hedefini art niyetli buluyorlar. Ve bundaki asıl hedefin “politik İslam” olduğunu söylüyorlar.

Bu kavramın neye tekabül ettiği, Müslümanların hangi söz ve eylemlerinin politik İslam olarak değerlendirileceği ve hangilerinin bunun dışında olduğu da belli değildir.

Belli olan şey, bazı kişilerin İslam adına gerçekleştirdikleri eylemler bahane edilerek Müslümanların hareket alanlarının daha fazla daraltılması ve bu bağlamda bazı haklarının gasp edilmesidir.

Bugün Avrupa’da yaşayan Müslümanların sayısı belki 10 milyon vardır. Ve bunların yarısını da Türkler oluşturmaktadır. Ne kadar nitelikli oldukları ayrı bir konudur, ama irili ufaklı cemaatler, dernekler ve vakıflar etrafında en yaygın bir şekilde örgütlenenler de yine Türklerdir. Avrupa’daki günlük politikanın dilindeki kitlenin de en fazla Türkler olmasının bir nedeni ilginç olarak Türkiye ise, daha doğrusu Sayın Erdoğan ise, diğer nedeni de muhtemelen sözünü ettiğimiz bu kitlenin büyüklüğü ve yoğun örgütlülüğüdür.

Fakat Avrupalıların politik İslam adı altında çıkardıkları yasalar bütün Müslümanları kapsadığı için, Müslümanların da ona göre bir duruş sergilemeleri gerekir. Ancak üzülerek ifade edelim ki, bir bütün olarak Müslümanları değerlendirdiğimizde, böyle bir vizyondan yoksundurlar ve dolayısıyla bu konudaki yükümlülüklerini de yerine getirmenin oldukça gerisindedirler. Tabii ki, bütün bunların farkında ve bilincinde olan Müslümanların sayısı da az değildir. Fakat onlar da dağınık oldukları için etkileri sınırlıdır.

Aynı ülkeden gelen Müslümanlar da birbirinden ayrı ve çoğu da zımnen birbirine karşı olan onlarca değişik cami, dernek ve vakıf olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Bu ve diğer birçok nedenden dolayıdır ki,

Avrupa’daki Müslümanların mevcut örgütlenmeleri kendilerini yarınlara taşıyacak donanımdan yoksundur. Avrupa’daki yerleşik hayatları en az yarım yüz yıl olmasına rağmen, hala içinden geldikleri ülkelerin cemaat, parti ve grup anlayışına sahip olup, kurdukları dernek, vakıf ve cemaatler bile geldikleri ülkelerin birer uzantısıdırlar. Bunlar kendilerini birer şube olarak gördükleri için, maddi kaynaklarının önemli bir kısmını da oralara akıtıyorlar.

Örneğin, yasalar bakımından bir engel olmamasına rağmen Müslümanların eğitim kurumları yok denecek kadar azdır. Bunun önündeki engel ekonomik değil, aşılamayan grupçuluk ve milliyetçiliklerdir. Müslümanlar haklı olarak Avrupa’daki milliyetçilikten yakınırlar, ama birbirilerine karşı uyguladıkları milliyetçilik de az değildir. Bu da Müslümanların maddi ve manevi imkanlarının yine kendi içlerinden birileri tarafından kullanılmasına yol açıyor.

Avrupa’daki Müslümanlar müktesep haklarının her geçen gün kırpılmasını istemiyorlarsa eğer, görünür olmak zorundadırlar. Bu görünürlüğün bir kolu veya yönü de siyasettir.

Mesela kendimize şunu sorabiliriz: Eğer 700 bin kişilik varlığımızla orantılı siyasi bir ağırlığımız olsa idi, Avusturya Hükümeti şu veya bu bahane ile Müslümanların temel haklarından bazılarını ellerinden alan yasalar çıkarabilir miydi? Hakeza medya ve siyaset İslam ve Müslümanlardan konuşurken, “İslami Terör”, “Müslüman Teröristler”, “Cihadistler” ve  “aşırı dinciler” gibi rencide edici bir dil kullanabilirler miydi?

Avrupa Müslümanları olarak bunların farkındayız, ama gereğini yapmak konusunda hiç de iyi olmayan bir haldeyiz. Halimizi değiştirmek de bizim elimizdedir. Uzun sözün kısası şu: Bugünün Avrupa’sında iyi kötü varız. Ama yarının Avrupa’sında da var olmak ve dahi izzetimizle yaşamak istiyorsak, bugünün gereklerini yapmalıyız.