Diyanet Camiasına ve Din Adamlarına: Kürtlerle Kardeşliğinizde Samimi misiniz?
Yüce Kitabımız Kur’an’da geçen olayı hatırlayalım: Hz. İbrahim, her şeyin biricik yaratıcısı olan Allah’a, “Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” diye talepte bulunduğunda, Allah, “Ben Allah’ım, böyle diyorsam böyledir! Sen kim oluyorsun da sözümü sorguluyorsun?” diye gazaba gelip cezalandırmadı. Aksine o sonsuz şefkati ile İbrahim’e de işin ucundan biraz tutturarak ona ölüleri nasıl dirilttiğini en ince ayrıntılarına kadar gösterdi.
Ve Hz. Muhammed ile ashabı arasında zaman zaman geçen o konuşmaları-istişareleri de hatırlayalım: Hz. Muhammed’in bazı sözleri ve kararları sahabenin aklına yatmadığında, “Ey Allah’ın Resulü, bu söylediklerin Allah’tan gelen vahiy mi, yoksa kendi düşüncelerin mi?” diye soruyorlardı. O da, “Haddinizi biliniz! Siz kim oluyorsunuz da bir peygamberin sözlerini-kararlarını dilinize dolayıp duruyorsunuz?” diye çıkışmak yerine, büyük bir şefkat ve merhamet ile cevaplardı.
Kendilerini biricik yaratıcı olan Allah’a kul ve O’nun gönderdiği son Peygamber olan Hz. Muhammed’e ümmet olarak tanımlayan ve tabii ki dinde kardeşler olduğumuz siz din adamlarından da biricik istirhamımız, tıpkı bir İbrahim ve tıpkı bir sahabe imanı ve teslimiyeti içinde yönelttiğimiz soruları gazaba gelip öfkelenmeden ve bizleri sapıklık, bölücülük, inkârcılık ve Kürtçülük gibi sıfatlarla itham etmeden cevaplamanızdır.
Bu soruların zihnimizde oluşmasının nedeni, bazı söz ve fiillerinizin vaaz ettiğiniz İslam ile taban tabana zıt olmasıdır. Bu çelişkileri de Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Ali Erbaş’ın geçenlerde gittiği Diyarbakır’da söylediği sözler üzerinden göstermek istiyoruz.
Erbaş dedi ki: “Çocuklarımızı İslam'ın dışındaki ideolojilere, inançsızlığı pompalayan birtakım örgütlere, yapılara kaptırmayalım. Kaptırırsak bu bizim için çok büyük bir vebal olur.”
Erbaş dedi ki: “Biz ne kadar din-i Mübin’i İslam'ın sahih kaynaklardan öğretilmesine gayret edersek ve öğrendiğimiz ilmi irşada dönüştürürsek her karış toprağında ilim fışkıran bu güzel beldeler, bu güzel şehirler inşallah daha güzel olacak. Bu güzellik, insanımızın üzerinde gözükecek, bu güzellik gençlerimizin üzerinde gözükecek. Bunda da hepimizin payı olacak.”
Erbaş dedi ki: “Camileri ile medreseleri ile bu topraklar, bu medeniyetin en zengin dönemleri yaşamasına vesile oldu. Anadolu topraklarının meşalesi işte bu beldede yakıldı. Yakılan bu meşale ilimle, irfanla, bilgiyle ve hikmetle diğer yerlere götürüldü.”
Ve Erbaş dedi ki: “Amacımız, din-i Mübin’i İslam'ı insanımıza öğretmektir.”
Bu ve benzer sözleri sadece Erbaş değil, bütün din adamları vaazlarında, derslerinde ve sohbetlerinde sarf etmekte ve söz Kürtlere geldiğinde ise, kardeşliğin altını kalınca çizmektedirler.
El Hak, hepsi de doğru söylüyor. Nitekim biz Kürtler de söyledikleri doğru sözler için hiç tereddüt etmeden “semi’na ve saddekna-işittik ve tasdik ettik” dedik ve diyoruz. Ancak istisnaları dışında din adamlarının bazı sözleri ve fiilleri var ki, onları sorgulamamak insanı maazallah dilsiz şeytan yapar. İşte bu hassasiyettir ki, Erbaş’ın şahsında din adamlarımızdan şu soruların cevaplarını bekliyoruz.
Bir: Çocuklarımızı İslam’ın dışındaki ideolojilere, inançsızlığı pompalayan örgütlere ve yapılara kaptırmamamız konusunda bizleri uyarırken, devletin yüz yıldır bize karşı uygulayageldiği inkâr, asimilasyon ve imha politikalarına ve kendi dinini bize ve çocuklarımıza dayatmasına ne diyorsunuz?
İki: Çocuklarımızı malum örgütlerin ve yapıların dikte ettikleri ideolojilere karşı korumamız konusunda bizi uyarırken, peki, devletin yüz yıldan beridir okullarda ve üniversitelerde dayattığı dine, ifsada ve inkâra karşı çocuklarımızı nasıl korumamızı öneriyorsunuz?
Dikkat ederseniz, sizlerden gücünüzü aşan taleplerde bulunmuyoruz. Sadece sizlerin kimi söz ve eylemlerinizle zihnimizde oluşturduğunuz soruları yöneltiyoruz.
Örneğin, camilerin ve kurumlarınızın kitaplıklarında Türkçe Kur’an-ı Kerim Mealinin yanına Almanca veya İngilizce mealler koyduğunuz gibi, Kürtçe meal de koymanız mı ırkçılıktır, yoksa koymamanız mı? Çünkü sizler de takdir edersiniz ki, camilerde ve diğer kurumlarda bir Alman’ın veya bir İngiliz yahut bir Fransız’ın da bulunması bir istisna iken, buna karşılık Kürtlerin olmadığı bir cami ve kurum neredeyse yok gibidir!
Örneğin, kürsülerde ve sohbetlerde “sizin renklerinizin ve dillerinizin ayrı olması da Allah’ın ayetlerindendir” ayetini okurken, Kürtçenin de bu ayetlerden olduğunu ve Kürtçeyi yasaklamanın veya kısıtlamanın tıpkı Allah’ın ayetlerinden birini yasaklamak ve kısıtlamakla aynı olduğunu söylemenizin önündeki engel nedir?
Örneğin, bir yandan Abdullah Öcalan’lar, Doğu Perinçek’ler ve Yalçın Küçük’ler ve diğer yandan rejim, Kürtleri İslam’dan koparmak için seferber olmuş iken, siz bugüne kadar ne yaptınız ve şimdi ne yapıyorsunuz? Daha açık soralım; Her biri kendi dini, ideolojisi ve vaatleriyle gelirken, siz bize devletin dini ile mi, yoksa Allah’ın dini ile mi geliyorsunuz?
Gördüğünüz gibi, kimi söz ve eylemleriniz bizi samimiyetinizden şüphelendirmeye kadar götürmüş bulunmaktadır. Ama sizler bu şüpheyi mesela gücünüzün dâhilinde olan şu iki eylemle pekâlâ giderebilirsiniz.
Bu eylemlerden biri, Diyanetin bastırdığı Kürtçe Kur’an Mealini bütün camilerdeki ve kurumlarınızdaki kitaplıkların görünür bir yerine koymanız ve diğeri de artık insafa ve vicdana gelip, Kürtlerin de kendi dillerini yaşamalarının ve yaşatmalarının onların temel haklarından olduğunu söylemeniz ve bu hakkın iadesi için üzerinize düşen yükümlülükleri yerine getirmenizdir…
Öyleyse gün, söylediklerimizi hayatımıza geçirmek günüdür! Gün, izzetimizi yeniden kuşanmak günüdür ve gün, Habil ve Kabil gibi bir kardeşliği değil, şartlar ne olursa olsun, Musa ve Harun gibi bir kardeşliği yeniden inşa etmek günüdür!
İşte size irşat! İşte size tebliğ, işte size kardeşlik ve işte size adil ve dahi güçlü devlet!