• DOLAR 34.569
  • EURO 36.57
  • ALTIN 2928.091
  • ...

Geçen günlerde dünyanın gündeminde Amerika’daki şiddet eylemleri ve Türkiye’nin gündeminde ise Can Ataklı, Fikri Sağlar ve İlker Başbuğ’un malum dini aidiyet üzerinden ayırımcı ve darbe çığırtkanlığı içerikli demeçleri vardı.

Her iki ülkedeki eylemin içeriği olarak aynı idi, yani şiddet vardı ve meşru hükümeti şiddet yoluyla devirmeye çağrı vardı. Ama Avrupa’nın ve ABD’nin her iki yerdeki eylemcilere verdikleri her zaman olduğu gibi yine birbirinden farklı oldu.

Önce o iki olayı hatırlayalım: İlki ABD’de idi. Demokratik yollarla seçilen Joe Biden’in Başkanlığına itiraz eden bir grup eylemlerini şiddete kadar vardırdı. Kongre Binasına kadar girdi. Ve henüz kesin olmamakla birlikte bu olaylar esnasında birkaç kişi de yaşamını yitirdi. Kendilerini demokrasinin beşiği ve hamisi olarak tanımlayan Avrupa’nın ve ABD’nin tepkisi gayet açık ve net oldu. Hepsi de bu şiddet eylemlerini milli iradeye ve demokrasiye yönelik bir saldırı olarak tanımlayıp kınadılar. Başkan seçilen Joe Biden ise bir adım daha ileri gitti ve eylemcileri terörist olarak tanımladı. Çünkü eylemciler meşru yönetime karşı olan tepkilerini ve eleştirilerini şiddete vardırmışlardı.

İkinci olayın mahalli de Türkiye idi. Ataklı, Sağlar ve Başbuğ’un sözleri de demokrasiyi ve milli iradeyi doğrudan hedef aldılar. Ama demokrasi ve insan hakları havarilerinden bir kınama gelmedi ve geleceği de yoktur. Çünkü Avrupalılar ve Amerikalılar demokrasiyi kendi içlerinde başka işletiyorlar ve kendilerinin dışındaki ülkelerde de başka… Hatta diyebiliriz ki, kendileri dışında kalan hiçbir ülke yoktur ki, Avrupa ve Amerika onların milli iradelerine müdahale etmemiş olsunlar! Çünkü kendileri için vazgeçilemez olan demokrasiyi başkalarına karşı en büyük silah olarak kullanıyorlar. Oralarda gözettikleri tek şey, kendi çıkarlarıdır. Bu iddialarımızı ispatlamak için her ülkeden örnekler verebiliriz. Çıkarları söz konusu olduğunda, Avrupa ve Amerika’nın nasıl bir canavara dönüştüklerini o kadar sıklıkla görüyoruz ki! Örneğin, Mursi’nin seçimi de en az Trump’unki kadar meşru değil miydi ki, Mısır’daki hempalarıyla birlikte devirdiler? Erdoğan’ın seçimi Trump ve Biden’inki kadar meşru değil mi ki, yerli işbirlikçileriyle birlikte şiddet eylemlerinden, terör baskınlarına ve muhtıralardan darbelere kadar onu devirmek için eylem üstüne eylem gerçekleştiriyorlar?

Kendi ülkelerinde milli iradeye yönelik şiddet eylemlerini terör kapsamına alıp cezalandırırken, diğer ülkelerde bazen kendileri doğrudan işgal veya darbelerle milli iradeye müdahale ediyorlar ve bazen de oralardaki yerli işbirlikçilerine her türlü desteği vermeleri de bu canavarlıklarının bir tezahürüdür!

Zaten müstemleke ve yarı müstemleke ülkelerde milletin iradesine karşı girişilen hiçbir şiddet eyleminin hak ettiği cezaya çarptırıldığı vaki değildir. Yöneticilerinin demokrasi teraneleri çığırdıkları Türkiye de bu ülkelerden biri değil midir? Zaten Türkiye’nin hala darbecilerin yaptıkları ve dahi tanrısal bir dokunulmazlığa büründürülen bir anayasa ile yönetiliyor olması yeterince açıklayıcıdır. Avrupa ve ABD’de milletin iradesine kastedenlere hak ettikleri cezalar verilebilirken, Türkiye’de darbecilerin bile hiçbir zaman hak ettikleri cezaya çarptırılamamalarının nedeni de budur.

Bundan sonra da Ataklı milli iradeye düşmanlığıyla ve masum insanların kanına olan susamışlığıyla mı, Sağlar toplumun bireylerini kıyafetleri, dini ve etnik aidiyetleri üzerinden ötekileştirmesiyle mi ve Başbuğ da darbeci seleflerine olan özentisi ve darbe çığırtkanlığıyla mı anılmak isterler yoksa insanlığa yaraşır fiillerle mi yollarına devam ederler, bilmiyoruz. Ama her halükarda böylelerinin ardı arkası kesilmeyen şiddet eylemlerinden emin olmak istiyorsak, evvelemirdeki ilk işimiz, artık kendimizi “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yalanıyla avutmayı bırakıp irademizi tam anlamıyla idaremize hâkim kılmak ve en azından bunun mücadelesi içinde olmaktır. Tarihin belki de en karmaşık ve dahi aşağılık darbelerinden birini ayaklarının altına almış bir millet olarak haddizatında irademizi idaremize egemen kılmak gücüne de sahibiz. Ve bu ulvi görev ifa etmek de iktidarı ve muhalefetiyle TBMM’nin uhdesindedir. Her kim ve hangi parti bu yönde samimi bir çabanın içinde değilse, milletin iradesine ihanet ediyor demektir.

Bu bağlamda hak ve adaleti egemen kılmak yönünde verdiği sözler nedeniyle milletin iktidar yaptığı ve bugün itibariyle Cumhuriyet tarihinin en büyük halk desteğine sahip olan Ak Parti de tarihi bir sınavdan geçmektedir. Candan duamız ve dileğimiz, hükümetin bugünlerde dillendirdiği yeni reformlarının eşit vatandaşlık ve herkese adalet gibi hükümleri de içeriyor olmasıdır. Tabii ki, milletin de 18 yıldır iktidar yaptığı ve darbelere karşı bile canı pahasına koruduğu Ak Parti’den cevabını beklediği soru şudur: Ak Parti milletin iradesini mi esas alacaktır yoksa selefleri gibi darbecilerin anayasasına selam mı duracaktır?

Milletin payına yine hamallık ve yine zillet düşerse, veyl olsun emanete ihanet edenlere…