• DOLAR 34.652
  • EURO 36.483
  • ALTIN 2951.847
  • ...

Avrupa Türklerine, “Türkiye’yi mi daha çok seviyorsunuz, Avrupa’yı mı?” diye sorarsanız, cevapları -üç beş istisna dışında- “TÜRKİYE” olacaktır. Ve bunu söylerken gözlerinin içinin bile parladığını görürsünüz. Ama kendilerine, “bu haldeki Türkiye’de mi yaşamak istersiniz, Avrupa’da mı?” diye sorarsanız, bu kez de aynı çoğunlukla “AVRUPA” diyeceklerdir. Ama bunu söylerken yüzlerinin ekşidiğini ve hüzünlerinin yüzlerine yansıdığını görürsünüz.

Neden kalpleri hala Türkiye için çarptığı halde Türkiye yerine Avrupa’da yaşamayı tercih ediyorlar? Burada hamasi olmaya ve gerçekleri çarpıtmaya hakkımız olmasa gerek! Çünkü Avrupa daha bir güven veriyor. Çünkü Avrupa’da mevcut hukuk ne ise o işliyorken, Türkiye’de güçlülerin hukuku işlemektedir. Çünkü Avrupa’da dini ve etnik aidiyetler kendilerini oldukları gibi ifade etme haklarına sahiptirler. Örneğin, Avrupa’da Müslüman aidiyetiyle yaşamak en az Türkiye’deki kadar mümkündür. İfade özgürlüğü bakımından da bu böyledir. Avrupa’daki imamlar da kürsüde konuştuklarını Türkiye’de konuşamazlar. Konuştukları an “laik devleti yıkmak ve dini temellere dayalı bir devlet kurmak istedikleri” suçlamasıyla cezalandırılacakları şüphesizdir. Avrupa’da Kürt aidiyetiyle yaşamak da Türkiye’den daha insani ve daha özgürcedir. Türkiye, Avrupa vatandaşlığına geçen Türklerin Türkiye’deki haklarını da hakkıyla ve layıkıyla korumamaktadır. Örneğin, Mavi Kart ile sorunu olmayanlar yoktur. Hakeza Avrupa’dan getirdiği aracını kullanmak bile o kadar sorunlu ki…

Bütün bunların dışında ve bütün bunlarla birlikte üzülerek ifade edelim ki, Türkiye’nin Avrupa Türklerine bakışı, onlara yaklaşımı ve izlediği politikalar da hala Avrupa standartlarının çok gerisindedir. Dolayısıyla temel hak ve özgürlükler alanında Türkiye’nin Avrupa Türklerine vereceği bir şeyi yoktur. Dini ve etnik aidiyetlerin kendilerini oldukları gibi ifade etmeleri; inançlarını, dillerini ve kültürlerini yaşamaları gibi konularda da Türkiye’nin Avrupa Türklerine verebileceği bir şeyi yoktur. Aksine bu konularda yaptığı şeyler Avrupa Türklerinin birlikteliklerini bozmaktan ve hareket alanlarını daraltmaktan öte bir işe yaramamaktadır. Birlikteliklerini bozuyor derken, kast ettiğimiz, Türkiye’nin önceki inkâr politikalarının yerine yeni ikame ettiği oyalama politikaları ve bu esnada uyguladığı asimilasyondur. Ki bu politikaların haddizatında bir ve beraber olan ve ezici çoğunluğu Avrupa’da da aynı kıbleyi paylaşan Türkleri ve Kürtleri ne kadar olumsuz etkilediğini görüyoruz. Geçen onlarca yıla, beş milyonu aşkın nüfusa, binlerce akademisyene, aydına, din adamına, tüccarına ve kayda değer sermayesine rağmen eğer hala bir Türk Diasporasından ve bir Türk Lobisinden söz edemiyorsak ve kısacası eğer hak ettikleri yerde değillerse, bunda Türkiye’nin izlediği politikaların da payı büyüktür. Bu arada bazı kötü niyetlilerin bu özeleştirilerimizi “Türkiye’yi karalamak” olarak fişlemelerini ciddiye almadığımızı da belirtelim. Çünkü hepimizin temennisi, öz yurdumuzun, memleketimizin geri kalmışlıkla, ırkçılıkla ve insanlık suçlarıyla değil, insanlıkla, hak ve adaletle anılmasıdır. İşte bütün bu ve benzer olumsuzluklardır ki, Avrupa Türkleri Avrupa’da yaşamayı Türkiye’de yaşamaya tercih ediyorlar. Burada Türkiye gerçekliğini anlatırken, Avrupa’yı da güllük gülistanlık gördüğümüz ve gösterdiğimiz sanılmasın. Avrupa’da da sorunlar, haksızlıklar ve zaman zaman resmi-gayri resmi çıkışlı ırkçı söylem ve eylemler olmaktadır. Genelde İslam’a ve özelde Türklere karşı gittikçe yükselen bir tepkinin olduğunu da görmüyor değiliz. Ama bütün bu olumsuzluklarına rağmen Avrupa Türkleri için Avrupa’nın birçok açıdan daha güvenli olduğu şahsi görüşümüz değil, Avrupa Türklerinin genelinin görüşüdür.

Ve gelelim bugünkü halimize…

Madem Avrupa’da karar kıldık, öyleyse ne yapmalıyız? Biliyoruz, bir yandan bunu söylerken, diğer yandan her birimizin düşünce dünyasının bir köşesinde ve geleceğimiz hakkındaki tahayyülümüzde er ya da geç Türkiye’ye döneceğimiz gibi bir özlemimiz de yok değil.

Evet, madem Avrupa’dayız, öyleyse bundan böyle ne yapmalıyız? Bunun için de evvela hangi halde olduğumuza bir bakmamız gerekir. Evvela Avrupa’da karar kılmakla aylar ve yıllar değil, yüzyıllar sürecek bir yolculukta karar kıldığımızı biliyor muyuz? Bu yolculuk esnasında karadan, havadan ve denizden gelebilecek her türlü fırtınaya, afete ve kötülüğe maruz kalabileceğimizi ve hazırlıklarımızı da buna göre yapmamız gerektiğini biliyor muyuz? Onlarca dinin, mezhebin, milliyetin, ideolojinin ve lisanın yaşadığı bu Avrupa’da biz kimiz ve neyiz? Bizi Avrupa’ya ait olarak görmeyenlere ve hatta bizi kovmak isteyenlere rağmen onlarla dahi barış ve güven içinde yaşamayı başarmak kadar bir kararlılığımız var mı? Biz ve onlar dediğimizde, hangimizin güzel hasletleri ve güzel amelleri daha ağır basmaktadır? Hâlihazırda hangimiz diğerine daha fazla güven verebiliyoruz? Güven veremiyorsak, bu bizim inancımızdan mı kaynaklanmaktadır yoksa inancımızı ihmalden mi? Tarih de şahittir ki, inancımızı yaşadığımız takdirde veya inancımızı yaşadığımız oranda bizden olmayanlara da güven vereceğimiz şüphesizdir. Bu uzun yolculukta yoğunlaşmamız gereken en önemli şeylerden biri de kendi yükümlülüklerimiz olduğuna göre, heybemize koyduğumuz envaiçeşit azık bizi nereye kadar götürebilir?

Devam edeceğiz.