• DOLAR 34.556
  • EURO 36.554
  • ALTIN 2927.333
  • ...

Uzun bir süredir Avrupa’daki Türkleri böyle bir karşılaştırma üzerinden değerlendirmek istiyordum, ama bir türlü gerçekleştiremedim. Bu konunun onlarca makaleye ve kitaba sığmayacak kadar geniş olduğunu sizler de takdir edersiniz. Bu nedenle hemen belirteyim ki, burada yazacaklarım konuya sadece mütevazı bir giriş olabilir ancak.

Avrupa’daki İslam karşıtlığının giderek arttığını ve özellikle kimi liderlerin son zamanlardaki İslam ve Müslüman karşıtı söylem ve eylemleriyle Avrupa kamuoyunda panik ve korkuya yol açtıklarını ve böylece mevcut toplumsal barışı zehirlediklerini görüyoruz. Bu da doğal olarak Müslümanlara karşı bir cephenin oluşmasına yol açıyor.

Avrupalıların “radikal”, “aşırı dinci” ve “cihatçı” diye tanımladıkları kişi ve gruplara baktığımızda, bunların Türk olmayan unsurlar olduklarını görüyoruz. Fakat buna rağmen İslam karşıtlığı üzerinden yürütülen bu politikalarda Türklerin öne çıkarıldığını görüyoruz. Hâlbuki Avrupa istihbaratlarının önceleri El-Kaide ve son yıllarda ise İŞİD için devşirdikleri gençlerin ezici çoğunluğu Araplardan ve diğer milliyetlerden oluşmaktadır. Hatırlayacağımız gibi bunlar güya bir “İslam Devleti” veya “Hilafet Devleti” kurmak amacıyla ellerini kollarını sallayarak Suriye’ye gittiler. Fakat bunlar ne hikmetse Suriye rejimine veya bölgede İslam karşıtlığıyla bilinen örgütlere karşı değil de, kendilerini “İslami” olarak tanımlayan ve mevcut rejimin yerine İslami bir yönetim kurmak iddiasında olan gruplara karşı savaştılar. Avrupalılar böylece hem “tehlikeli” gördükleri gençleri Avrupa’dan sökmeyi ve hem de onları kendi emelleri uğrunda savaştırmayı başardılar. İşleri bitince, ihtiyaç fazlasını imha ettiler. Şimdi IŞİD’ten arta kalanların bir kısmı bulundukları ülkelerde serseri mayın gibi dolaşmaktadırlar. Viyana’da gerçekleştirilen saldırı bu çerçevede değerlendirilebilir.

Malumumuz, Avrupa’nın ezici çoğunluğu İslam’ı Avrupa’ya ait dinlerden ve Müslümanları da Avrupa’ya ait unsurlardan saymıyor ve Avrupa’da İslam’a yer olmadığını iddia ediyorlar. Bizim açımızdan tabii ki bu iddianın bir kıymeti harbiyesi yoktur. Nasıl ki İslam bütün insanlara geldiyse ve çağrısı bütün insanlara ise, ona inanan Müslümanların vatanı da özelde yaşadıkları yerler ve genelde ise bütün bir yeryüzüdür. Yani günümüzün Avrupası’nda yaşayan Müslümanların ezici çoğunluğunun son iki yüzyıl öncesinden bu yana Afrika ve Asya’dan gelenlerden oluşuyor olması onların Avrupa’ya ait olmadıkları anlamına gelmez. Dolayısıyla Müslümanlar nerede yaşıyorlarsa, vatanları da orasıdır. Gerçi Avrupa’da yaşayan Müslümanların bir kısmı hala vatanlarının geldikleri yer mi yoksa şimdi oldukları yer mi olduğu konusunda bazı tereddütler yaşadıkları da bir gerçektir. Bu Müslümanların da yapması gereken şey, bu haletiruhiyeden kurtulmaları, Avrupa’yı kendi vatanları olarak görmeleri ve geleceklerini bunun üzerine inşa etmeleridir. Bu demek değildir ki, geldikleri ülkelerle ve kökleriyle bağlarını kessinler… Kolay olmamakla birlikte hem kökleriyle bağlarını sürdürebilirler ve hem de yeni yurtlarını abat edebilirler. Bunu yapmak kolay değil, ama üstesinden gelinemeyecek kadar zor da değildir.

Avrupa Müslümanlarının evvela bir durum tespiti yapmaları gerekmektedir. Müslümanlar, Avrupa’nın her ülkesinde az veya çok sayıda vardır. Ama denebilir ki, hepsinin de üç aşağı beş yukarı sorunları aynıdır. Bu sorunlar da kaynakları bakımından ikiye ayrılmaktadır; Müslümanların bizzat kendilerinden kaynaklanan sorunlar ve içinde yaşadıkları ülkelerden-toplumlardan kaynaklanan sorunlar. Şunu üzülerek ifade edelim ki, Müslümanların kendilerinden kaynaklanan sorunlar içinde yaşadıkları gayrimüslim devletlerin ve toplumların onlar için çıkardıkları sorunlardan daha fazladır. Müslümanlardan kaynaklanan sorunların başında ise milliyetçilik, mezhepçilik ve cemaatçilik gibi haddizatında İslam’ın da mahkûm ettiği fiiller ve anlayışlardır. Denebilir ki, Avrupa’daki Müslümanlar bundan 40, 50, 100 ve 150 yıl önceki vatanlarında yaşadıkları bu sorunları hala kutsal birer miras gibi yaşamaktadırlar.

Avrupa’daki Müslümanları milli ve mezhebi aidiyetlerine göre değerlendirdiğimizde, sayıları yüz binlerle ve hatta milyonlarla ifade edilen Arapları, Boşnakları, Farsları, Türkleri ve Kürtleri görüyoruz. Mezhebi aidiyet olarak da ezici çoğunluk Sünni ve geri kalanları ise Şii’dirler. Ancak hepsi bölük pörçüktür. Çünkü deyim yerindeyse ne milliyetlerini takıyorlar, ne dinlerini, ne mezheplerini ve ne de cemaatlerini. Hepsinin de elbette ki istisnaları vardır. Fakat diyebiliriz ki, Avrupa’daki Müslümanların genel durumu yukarıda özetlediğimiz gibidir.

Ben de bu yazıda Avrupa’daki Türkleri ele alıyorum. Avrupa’daki Türklerin hâlihazırdaki sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi, dini ve psikolojik durumları nasıldır? Avrupa’daki aidiyetlerini ve geleceklerini nasıl görüyorlar? Tıpkı Mısır’a köle olarak giden-götürülen atalarının zamanla devlet olmaları gibi Avrupa’daki Türkler de devlet mi olacaklar? Ve daha nice sorular…