Asıl tehlike İslamofobi değil, İslamohobidir!
İslamofobi; İslam’dan korkmak, İslam karşıtlığı ve İslam’a düşmanlık gibi anlamlara gelmektedir ve Avrupa merkezlidir.
İslamofobi, Avrupa rejimlerinin son yıllardaki iç politikalarının bir parçası haline geldi artık. Her ne kadar yüksek sesle dile getirmeseler de Avrupalıların nüfusunun giderek yaşlanması ve buna karşılık Avrupa’yı yeni yurt edinenlerin artışı, psikolojik, sosyal, dinsel ve ekonomik sorunların sistemi zorlaması ve hükümetlerin bu sorunları çözememeleri Avrupalıları kara kara düşündürmektedir. Bunun için bir günah keçisi bulmaları gerekiyor. Yahudiler Avrupa’nın bu ihtiyacını İkinci Dünya Savaşı’na kadar karşıladı. Ancak onların yerine bugün Müslümanları koyduklarını görüyoruz. İslamofobiyi de böyle okumamız gerekir.
Hatırlanacağı gibi, Avrupalılar imar ve iş ihtiyaçlarını karşılamak için Afrika ve Asya’dan getirdikleri insanların çoğu Müslümandı. Fakat onların Müslüman olmalarını bir sorun olarak görmüyorlardı. Çünkü hayata geçirdikleri uyum politikalarıyla onları dönüştüreceklerine inanıyorlardı. Uyumdan kasıt asimilasyondu tabii ki. Ancak başaramadılar.
Avrupa’daki Müslümanlara yapılan en yaygın eleştiri de zaten uyum sağlamadıkları yönündedir. Oysa bu iddianın gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Hatta denebilir ki, en uyumlu topluluk Müslümanlardır. Bunun için sadece işlenen suçları topluluklara göre değerlendirmek yeterlidir.
Buna rağmen Avrupalıların İslamofobi politikalarında ısrar etmelerinin nedeni, İslam’ın yayılmasını engellemek ve Müslümanların artan etkisini kırmaktır. Her ne kadar Avrupa’daki Müslümanların da ciddi bir kısmı tıpkı bizdeki gibi İslam’ı günlük hayatında yaşamıyor olsalar bile kendilerini Müslüman olarak tanımlamaları Avrupa rejimleri nezdinde potansiyel bir tehlikedir. Bu tehlike durdukça İslamofobi politikaları da devam edecektir.
İslamofobiyi elbette ki mahkûm edeceğiz, ama unutmayalım ki, sonuçta onlar da inançlarının gereğini yapıyorlardır.
Önemli olan biz Müslümanların ne yaptığımızdır. Avrupalıların birçok koldan Dinimiz İslam’a, peygamberimiz Hz. Muhammed’e ve biz Müslümanlara yapmakta oldukları hakaretler ve saldırılar gündemimizdedir. Örneğin, bütün İslam Dünyasında günlerdir Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un malum hakaretlerini telin ediyoruz. Ancak çoğumuz ülkelerimizdeki Fransızlaşmış rejimleri ve dahi yerli Macron’ları görmüyoruz, görmek istemiyoruz. Bu da kendimizi tatmin etmekten öte bir anlam ifade etmiyor. İşgüzarlarımız ise İslamofobiyi çoktandır bir gelir kaynağı haline getirdiler bile. Sevgili Mücahit Bilici de Nathan Lean'ın "İslamofobi Endüstrisi" adlı kitabından mülhem olarak bir yazısında bu istismarın adını koymuştur. Ki maalesef doğrudur.
Müslümanlar olarak kayda değer bir kısmımız da İslam’ı artık bir hobiye indirgemişiz. İster birey olsun, ister dernek, vakıf, cemaat ve parti olsun, kendisini İslam-Müslüman olarak tanımlayan her birey ve kurum, eğer İslam’ı bir bütün olarak görmüyor ve İslam’ı hem yaşama ve hem de hayata geçirme mücadelesi içinde olmuyorsa, İslam’ı istismar ediyor ve İslam’ı bir hobi olarak alıyor demektir. Bu halimizi koruduğumuz sürece İslamofobinin değirmenine su taşıyor olacağız.
Her birimiz kendimizi küçük bir testten geçirebilir ve bizim için İslam’ın bir fobi mi, hobi mi yoksa bir inanç ve hayat tarzı mı olduğunu öğrenebiliriz. İşte test sorularından birkaçı:
Fransız’ın Macron’unu görürken, kendi içimizde olup da İslam’a, Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara yaptıkları hakaret ve düşmanlıklarla Macron’u aratmayan Mehmet, Mustafa, Kemal ve Süleyman’ları da görebiliyor muyuz?
İslam’ın hak ve adalet ölçülerine ve Hz. Muhammed’in “emin” sıfatına sözlerimizde ve fiillerimizde ne kadar yer veriyoruz?
Müslümanlar olarak enerjimizin çoğunu birbirimizin hayrına ve hayırda yarışta mı kullanıyoruz yoksa birbirimize zarar verdirmede mi?