• DOLAR 34.221
  • EURO 37.103
  • ALTIN 2978.838
  • ...

Zihnen veya fiilen müstemleke-sömürgeleştirilmiş ülkelerde yeni bir rejim kurulur, yeni bir anayasa yapılır ve rejim ile anayasayı kutsayan yeni bir tarih yazılır. Ne bu rejimler ve anayasalar o milletlerin iradelerinin birer eseridir ve ne de o yeniden yazılan tarihler doğrudur. Ama önemli değil, yeter ki bunların temeli bir kez atılmış olsun, onları değil değiştirmek, sorgulamak bile bir devleti yeniden kurmaktan daha zordur. Çünkü o rejimlerin kurulduğu, anayasaların yapıldığı ve tarihlerin yeniden yazıldığı süreçte toplumlara kabul ettirilen ırkçılık düşüncesi ile parçalanma korkusu nedeniyle o toplumlar da haddizatında kendi iradelerinin eseri olmayan bu rejimleri ve anayasaları korumayı ve yalan olan tarihlere inanmayı milli ve hatta dini bir görev olarak görürler. İster kabul edelim, ister etmeyelim, Türkiye’miz de bu müstemleke ülkelerden biridir. Çünkü ne bu ülkenin rejimi ve anayasası bu milletin iradesinin bir eseridir ve ne de bu ülkenin resmi tarihi milletin yaşadığı olayları oldukları gibi almıştır! Dolayısıyla bizim ve benzer durumda olan ülkelerin kendimizi dört başı mamur bağımsız bir ülke olarak görmemiz ve öyle iddia etmemiz hamasetten ve kendimizi avutmaktan öte bir şey değildir.

Girdiği Birinci Dünya Savaşı’nda yenilip tarihe karışan Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan ve nüfusun ezici çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu devletlerin hepsi yukarıdaki süreci yaşamışlardır. Peki, üzerinden 100 yıl geçtiği halde bu ülkelerin herhangi birinde milletin iradesinin lehine köklü bir değişim gerçekleşti mi? Maalesef hayır!

Bizi yenen güçler bizi bize ve bizi kendi halimize bırakmadılar. Mayın döşer gibi aramıza sınırlar çizdiler. Sınırları da yeterli görmediler, ayrıca bize mayın döşettiler. Yetmedi, rejimlerimizi ve anayasalarımızı belirlediler. Yetmedi, bazen doğrudan ve bazen de dolaylı olarak krallarımızı, cumhurbaşkanlarımızı ve başbakanlarımızı tayin ettiler. Ektikleri milliyetçilik tohumları kısa zamanda her ülkede kök salıp meyvesini de verdiği içindir ki, arada bir yaptıkları müdahaleler bizi yönetmelerine yetiyor. Çünkü her ülkede varlıklarını o emperyalist güçlerin müdahalelerine borçlu olan bir zümre var. Her zümre içinde bulunduğu toplumun nabzına göre şerbet verdi mi, yetiyor. Zaten şerbet de hazır; milliyetçilik ve mezhepçilik. Bu zümrenin en büyük becerisi ve dahi başarısı, kendisini ülkenin de, rejimin de ve anayasanın da sahibi görmesi ve hatta milletin kendisi görmesidir. Kendisinin dışındakiler ise her an devlete kastetme tehlikesi olan, dış güçlerin maşası ve işbirlikçi olanlardır. Her ülkede bu ötekilerin bir de adları vardır. Mesela bizdeki ötekiler başından beri iki tanedir: İrtica ve Bölücülük. Her ikisini de devlete tahakküm eden zümre “iç düşmanlar” diye bizzat kendisi ihdas etmiştir.

Bu zümrelerin başında bulundukları ülkelerin adları ister krallık olsun ister demokrasi, hepsinde de değişmeyen şey şudur: Yukarıda da dediğimiz gibi, anayasaları milletin iradesinin eseri olmadığı gibi, bu zümrelerin de eseri değildir. Fakat buna rağmen bu ülkelerin hiçbirinde çoğunluk olan halkın bu anayasalara dokunmak veya kendisine göre değiştirmek gibi bir hakkı ve yetkisi yoktur. Birçok ülkede doğru dürüst seçim bile yoktur. Örneğin, görece olarak bu devletlerin en demokratı olan Türkiye bile darbecilerin yaptıkları bir anayasa ile idare edilmektedir. Halkın çoğunluğunun özgür iradesiyle iktidara gelmeniz, halkın iradesi doğrultusunda hükmetmeniz anlamında değildir hiçbir zaman. Nitekim Türkiye tarihinde en geniş halk desteğiyle iktidar olmuş ve hem içeriden ve hem de dışarıdan olan bütün gayrimeşru müdahalelere rağmen en uzun süre iktidarda kalmayı başarmış olan Ak Parti bile darbecilerin anayasasında minik bir değişiklik yapmanın ötesine gidememiştir. Hak ve adalet söylemleri ile elde ettiği iktidarı yine hak ve adalet ile sürdüreceğine ve bu arada önüne konulan engellere de yine ilk dönemdeki gibi adalet ve hakkaniyet ölçüleriyle direneceğine, iktidarını sürdürmenin garantisini o zümre ile uzlaşmak ve dolayısıyla hakkı ve adaleti ötelemek noktasına kadar gelmiş görülüyor.

Darbeleri ve darbecileri lanetlemek bizim müstemleke bir ülke olmadığımız için yeterli deliller midir? Bu sorunun cevabını şu sorunun cevabında bulabiliriz: Amerika’nın gözünde bizim örneğin, bir Irak, bir BAE ve bir Suudi Arabistan’dan bir farkımız var mıdır?

Önceki darbelere gitmeye gerek yok; 12 Eylül 1980 Darbesini “Amerika’nın çocukları” yaptı. Hala cari olan anayasa “Amerika’nın çocuklarının” anayasasıdır. Ülkemizin birçok stratejik noktasında Amerika’nın bizim girmemize bile izin vermediği onlarca gözetleme ve askeri üssü var. İstediğimiz kadar kendimizi müstakil bir ülke ve Amerika’yı da müttefikimiz olarak tanımlayalım, gerçek olan şudur; diğer bazı müstemleke ülkelere göre belki bazı ayrıcalıkları olan müstemleke bir ülkeyiz. 

Peki, müstemleke ülke olmaktan kurtulmanın yolu Kızılelma, Milliyetçilik veya Neokemalizm mi yoksa…