Denizlere yelken açarken ırkçılık çukurunda boğulmayalım
Bir yandan varlığını daha güçlü bir şekilde devam ettirmek; siyasetten diplomasiye, ticaretten ekonomiye ve teknolojiden silahlanmaya kadar dışa bağımlılıktan kurtulmak için kıyasıya mücadele eden bir Türkiye ve diğer yandan vatandaşlarının diline kilit vuran ve resmiyette terk ettiği inkâr politikalarını pratikte devam ettiren ve bu bağlamda Türkçe değil diye milyonlarca vatandaşının diline kilit vuran bir Türkiye!
Olayı duymuşsunuzdur, ama yine de hatırlatayım… Geçen hafta Batman’dan bir vatandaşımız Türk Telekom hattının aboneliğini iptal ettirmek için arıyor. Ancak telefonun diğer ucundaki kişi, “Kürtçe değil, Türkçe veya Arapça konuşması halinde talebinin karşılanacağını söylüyor. Bunun üzerine hat sahibi yeğenine aratıp sözlerini onun aracılığıyla iletiyor. Fakat karşıdaki kişi bu kez de, “abone sahibi başkasının aracılıyla, değil kendi hür iradesiyle ve Türkçe olarak beyanda bulunmalı” diyor ve işlemi gerçekleştirmiyor. Bundan da daha utanç verici olanı ise, yetkili ağızlardan hiçbirinin bu ırkçılığı mahkûm etme erdemini gösterememesidir. Oysa Bulgaristan’daki, Afrika, Avrupa ve Amerika’daki ırkçı eylemleri lanetlediğimiz gibi ülkemizdeki ırkçı eylemleri de lanetlememiz gerekmez mi?
Eğer Türk Telekom’unkine benzer bir olay Almanya’da yaşansa, yani Almanca bilmeyen bir Türk meramını Türkçe ile ifade ederken muhatabı da kendisine, “işleminizi yapmam için Almanca konuşmalısınız” derse ve tercüman kullanmasını bile reddetse, inanın resmi ağızlardan başlayarak medyaya, siyasilere ve STK’lara kadar her kesimden bu ırkçı eylemi kınayanların ardı arkası kesilmez. Lakin suç mahalli, yani ırkçılığın mahalli Türkiye olunca, çoğu gözler kör, çoğu kulaklar sağır ve çoğu ağızlar kapalı oluyor! Ve üstüne üstlük bunun adı oluyor kardeşlik ve dahi eşit vatandaşlık!
Hatırlarsanız, Sağlık Bakanlığı geçen yıl sayıları en fazla binlerle ifade edilen insanlar da yararlansınlar diye altı değişik dilden hizmet vermeye başladı. Ki gerçekten takdire şayan bir hizmettir. Ancak bu dillerin içine 20 milyon Kürt vatandaşının dili olan Kürtçeyi de almamış olması sizce ırkçı bir eylem değil mi?
Üzülerek ifade edeyim ki, Türkiye’de yaşayıp da bu gibi ırkçı muamelelere maruz kalmayan bir Kürt yoktur! Nedense, mesele Kürt ve Kürtçe olduğu zaman kamu kurumları ve dahi çoğu insan hemen birer Atatürk oluveriyor.
Benzer bir olayı ben de üniversitede öğrenci iken yaşadım. İstanbul Cevizlibağ’da bulunan 10 bloklu Atatürk Öğrenci Yurdunda (AÖS) kalıyorduk. O zamanlar cep telefonları yoktu. Kendisine telefon gelen kişi hangi blokta kalıyorsa, oradan anons edilir, “telefonunuz var” diye. Günlerden bir gün benim de adım anons edildi. Dördüncü blokun dördüncü katından aşağıya doğru koştum. Memurun bana uzattığı ahizeyi alıp soluk soluğa konuşmaya başladım. Karşımdaki annem idi. Henüz hoş beş etmiştik ki, memur azarlayıcı bir ses tonu ile “Türkçe konuş, yoksa kapatıyorum” dedi. İlk uyarısını duymazdan geldim ve devam ettim. Tekrar uyarınca, ben de ahizeyi ağzımdan uzaklaştırarak memura, “annem Türkçe bilmez” dedim. Yine azarlayıcı ve dahi aşağılayıcı bir ses tonu ile “bugüne kadar annenizle Türkçe konuşsaydınız, o da öğrenirdi” demesin mi? Annemle konuşmayı kesmekten başka çarem yoktu artık. Anneme de, “burada telefon kuyruğunda bekleyen başka arkadaşlar da var. şimdi kapatalım, sonra ben sizi ararım” dedikten sonra ahizeyi memura uzattım. Öfkemi içime gömerek sordum memura; burada Arap, Fars, İngiliz ve Alman arkadaşlar var. Telefon geldiğinde hepsi de kendi dillerinde konuşuyorlar. Neden beni de konuşturmadınız?” O memurun verdiği cevap hala kulaklarımda çınlar: “Herkes kendi dilini konuşabilir, ama siz burada Kürtçe konuşamazsınız!” Bazıları inanmayabilir, o anları benim gibi hala tap taze hatırlayan bir şahidim de var.
Peki, bu ırkçılığın üzerine üzerine gitmesi gereken başta Diyanet camiası olmak üzere üniversitelerin ve TBMM’nin bile yangına körükle gider türünden bir politika izlemelerine ve ırkçılığa çanak tutmalarına ne demeli?
İşte PKK'yı doğurup büyüterek bugünlere kadar getiren ve on binlerce insanımızın ölümüne sebep olan zihniyet de bu değil mi?
Hayır, bu millet bu tabloyu hak etmiyor! Onlarca değişik milliyetten, dilden, renkten, dinden ve kültürden olan insanları yüzlerce yıl boyunca bir arada ve hem de barış ve güven içinde yaşatan bir milletin torunları olan bizler nasıl oldu da bir ırkçılık çukuruna düştük ve bir türlü çıkamıyoruz?
Şu bir gerçek ki, Türkiye’nin her türlü bağımlılıktan kurtulmak için karada, havada ve denizde gerçekleştirdiği her eylem nasıl ki, bu vatanı seven her birimizin göğsünü kabartıyorsa, devletin inkâr ve asimilasyon politikalarının devamı anlamına gelen ırkçı eylemlerin her biri de pak alnımıza kara bir leke oluyor.
Dikkat ederseniz, gerek dünyaya verdiğimiz mesajlarda ve gerekse meşru çıkarlarımızı korumak bağlamında bir ayağımız uçsuz bucaksız denizlerde ve okyanuslardadır, ama diğer ayağımız da ırkçılık çukurundadır. Hayır, bu millet bir insanlık suçu olan ırkçılıkla anılmayı hiç mi hiç hak etmiyor! Öyleyse behemehâl bu kötü fiili, yasalarımızdan da çıkaralım hayatımızdan da. Aksi halde adalet esen rüzgarımız kesilir ve ırkçılık çukuru mezarımız olur!