Ayasofya'da da namaz kılalım, ama dualarımızı da özgürleştirerek…
Dualarımızı dahi özgürce yapamadığımız yüz binlerce camimize bir tanesini daha ekliyoruz.
Ayasofya’nın 86 yıllık bir aradan sonra 24 Temmuz 2020 tarihinde (bugün) kılınacak Cuma Namazı ile birlikte resmen ve yeniden cami olarak ibadete açılmasına sevinelim sevinmesine, ama camilerimizdeki dualarımızı hala Allah’ın rızasına uygun yapacak kadar özgür olmadığımızı da bilelim. Bilmemiz de yetmez, camilerimizi özgürleştirmenin çabası içinde olalım. Aksi halde yeryüzündeki bütün mabetleri camiye dönüştürsek bile, Allah’ın rızasını kazanmış olmayacak, aksine gazabına müstahak olacağız.
Camilerimizin şimdiki hali eğer bizi rahatsız etmiyorsa, vay halimize! O zaman Allah’ın “veyl”i de bizedir ve dolayısıyla iyi bir hal üzere olmadığımızı bilelim.
Allah’ın Maun Süresindeki şu hitabı biz bu haldeki Müslümanlara da bir uyarı değildi:
“Gördün mü, o dini (hesap gününü) yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan ve yoksulu doyurmaya teşvik etmeyendir! Yazıklar olsun –veyl olsun- o namaz kılanlara ki, namazlarını ciddiye almazlar! Onlar gösteriş yaparlar ve ufacık bir yardıma bile engel olurlar.”
Evet, hem Allah için namaz kılmak ve hem de Allah tarafından yazıklanmak!
Bir yandan kıldığımız namazın her rekâtında okuduğumuz Fatiha Süresiyle Allah’ı yegâne ilah ve yegâne kanun koyucu olarak ilan ediyoruz. Diğer yandan ise normal hayata döndüğümüzde Allah’a savaş açmış zihniyetin oluşturduğu faiz, içki envai haram barındıran sisteme sessiz sedasız uyup hayatımızı sürdürmeye devam ediyoruz. Dilimizle okuduğumuz ayetler ve dualara tam zıt yaşam tarzımız karşısında izzetli olmanın hesaplarını yapabilir miyiz; elbette ki hayır.
Öyleyse önce dualarımızı özgürleştirmeliyiz! Çünkü dualarımızı özgürleştirmediğimiz, yani dualarımızı Allah’ın razı olacağı şekilde yapmadığımız sürece değil Ayasofya’yı, dünyadaki bütün mabetleri camiye dönüştürsek de, Allah’ın çağırdığı kurtuluşa erenlerden olamayacağız!
Müslümanlar olarak Türkiye’nin nüfusunun %99’unu oluşturuyoruz, ama değerimiz, gücümüz ve ağırlığımız camilerimizde dahi özgürce dua yapacak kadar değildir! Bundan daha aşağı bir zillet olur mu? Bu %1 istediği kanunları çıkarıp bize dayatmakla yetinmiyor, camilerimizde nasıl dua yapmamız gerektiğini bile o belirliyor. En kötüsü de, çoğunluk olarak bu zillet halini özümsemiş, kanıksamış ve artık dinin kendisi gibi kabullenmiş olmamızdır.
Öyleyse okuduğumuz ayetler ve ettiğimiz dualardan başlayalım. Dualarımızı özgürleştirdiğimiz gibi yaşantımızı da Allah’ın istediği bir şekle koyarsak, o zaman dualarımız yerini bulur, yüreğimizle birlikte özgürleşen bedenlerimiz, kokuşmuş sistemi ıslah ederek özgürlüğe susamış gönüllere merhem olur.
Dinin sadece ve sadece Allah’a hasredilmesi gereken camilerde bile sesli dualarımızı Allah’ın rızasına uygun yapacak kadar bir özgürlüğümüzün olmaması nasıl ki bizim hâlihazırdaki gerçekliğimiz ise, ezici çoğunluk olarak bu zillet halimizin bilincinde olmadığımız da diğer bir gerçeğimizdir. Bu zillet halinden kurtulmamızın ilk adımı bu gerçekliğimizle yüzleşmek ve dualarımızın kabul olacağı bir yaşam ortaya koymaktır.
Bazı şeylerin ortası olmadığı gibi, izzetin ve zilletin de ortası yoktur. Çabalarımız izzet yönünde ise, izzet sahibiyizdir. Kişi kendi iradesiyle ve kendi rızası ile hangisine talip ise, onunladır ve onunla anılır.
Dualarımız özgür değilse, camilerimiz özgür değildir. Camilerimiz özgür değilse, biz özgür değiliz! Dualarımızdan başlayalım özgürleşmeye ve özgürleştirmeye! Ta ki ülkemizde ve yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah’ın oluncaya kadar!