• DOLAR 34.66
  • EURO 36.604
  • ALTIN 2957.66
  • ...

Ankara barosu’nun geçen gün yayınladığı kin, nefret ve düşmanlık içerikli bildirisinden haberiniz vardır. Haddizatında hukukçulardan oluşan bir meslek kuruluşudur bu yapı. Ama aralarında adı ile müsemma olan avukatları tenzih ederek söylemeliyiz ki, bunlar kelimenin tam anlamıyla bir cellatlar sürüsüdür. Kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımayacak kadar faşist ve inanmadıkları bir dine ve o dinin mensuplarına her türlü hakareti kendi hakları bilecek kadar kin, nefret ve düşmanlık doludurlar.

Geçenlerde Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş İslam’ın bazı hükümlerini zikretti diye bu yapı resmen kin, düşmanlık ve nefret kustu.

Dikkat ederseniz, bu vesayetçi odağın bütün neferleri, ister tıpçı olsunlar, ister hukukçu, ister siyasetçi, ister tüccar veya sanatçı yahut gazeteci, kendilerinden olmayanın katıksız düşmanıdırlar. Tıpçıları Hipokrat yemini eder, ama önlerine başı örtülü bir hasta geldiğinde, muayene etmeyecek kadar insanlıktan uzaktırlar. Akademisyenleri istedikleri kıyafetle okurlar, ama başını örten öğrencileri saçlarından tutup yerlerden sürüyecek ve temel haklarını gasp edecek kadar zorba ve dahi sefihtirler. Kısacası, bunlar dün kendilerinden olmayanları, "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek ve ikincisi, askere çağırdığımızda askere gelmektir" diyenlerin bugünkü çocuklarıdır. Görünen o ki, bu odak insanlığa doğru bir milim bile olsun yanaşmamıştır. 

Ve neredeyse yüz yıldır bu odak ülkemize tahakküm ediyor. Hangi siyasi parti hükümet olursa olsun, iktidarda onlar vardır. Anayasaları yapanlar onlardır. Irkçı öğeler içeren anayasaya dokundurtmayanlar onlardır. Ve dahası Türk Milletini yüz yıldır “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yalanıyla yönetenler onlardır. Sadece AK Parti geldikten bir süre sonra devede kulak misali bazı insani adımlar attı diye deyim yerinde ise kudurup duruyorlar. Bunlar o kadar ırkçıdır ki, 1000 yıl öncesinden beridir Türk ile bir ve beraber olan, Malazgirt’ten Viyana önlerine kadar, Çanakkale’den Kurtuluş Savaşı’na kadar Türk ile omuz omuza savaşmış, kanı Türk’ün kanı ile birlikte bu toprakları sulamış olan Kürt’ün varlığını inkâr, dilini yasak ve adlarını değiştirecek kadar ırkçıdırlar. Sayın Erdoğan kendilerini bu insanlık utancından kurtardı diye teşekkür edecek erdemden yoksun oldukları içindir ki, onu baş düşman olarak hedef tahtasına koymayı tercih ettiler.

Her insan istediği dini seçmekte veya bütün dinleri reddetmekte özgürdür. Bu özgürlüğü insana garanti eden biricik inanç-din de şüphesiz İslam’dır. İslam, dinde her türlü zorlamayı kesin bir dil ile reddeder ve tebliği, Allah’ın kullarına Allah’ın Sözünü hikmet ve güzel söz ile götürmeyi esas alır. Eğer bu hukukçular akıllarını kinlerine baskın çıkarıp da İslam’ın insana bakışını araştırırlarsa, onlar da İslam’ın insanlar arasında hiçbir milliyet, din, renk vs. ayrımı yapmadan herkesin can, mal, ırz, akıl ve nesep hakkını kutsal addedip güvence altına aldığını görecektir.

Umarız bu vesayet çığırtkanları cellatın sadece seleflerinin darağaçlarına mahkûm ettikleri Şeyh Sait’lerin ve Seyyit Rıza’ların iskemlelerine son tekmeyi vuran kişiler sanacak kadar cahil değiller. Örneğin, “itibar cellatları” diye tam da kendilerini tanımlayan deyimlerden de haberleri vardır. Bilirler, ama buna rağmen bütün bu fiilleri işlemeleri hınzırlıklarından ve kendilerinden olmayanlara karşı besledikleri kin ve tahammülsüzlüktendir.

Fakat biz onlar gibi yapmıyoruz: Onların bizim İlahımıza, bizim biricik Önderimize ve bizim biricik anayasamıza küfrettikleri gibi, onların tanrılarına küfretmiyoruz. Bunun yerine, “sizin dininiz size ve bizim dinimiz bize” diyoruz. Bir de bizim kendilerinin kişilik haklarına duyduğumuz saygıyı kendilerinden de bekliyoruz.

Bereket versin ki, bu despotların bu gibi hayâsızca saldırıları eskisi gibi cevapsız kalmıyor. Hak ve adaletten yana olan her birey ve kurum da eskisi gibi “nemelazım” demek yerine hak ve adaletten yana ses veriyor. Bu seslerden biri de gerek Türkiye’de ve gerekse dünyanın dört bir yanında dur durak bilmeden insanlığa hizmet götüren Hayat Vakfı’dır. Onların da yayınladıkları bildiride dedikleri gibi, “herkesin bilmesi gereken geçmişte bu ülkede yaşanmış/yaşatılmış süreçlerin bittiğidir.”

Ve son söz: “La Galibe illallah!” “Onlar Allah’ın nurunu boş laflarıyla, üfürükleriyle söndürmek isterler. Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.”